27 Şubat 2013 Çarşamba

Kelebeğin Rüyası


Şiirin her tonunu hissettiren, son zamanlarda izlediğim en iyi Türk filmiydi Kelebeğin Rüyası. Gerçekten de rüya gibi bir film. Renkler, sesler ve denize açılan o tünel insana kendini geniş bir su balonunun içinde uçuyormuş gibi hissettiyor. Sonra madenin siyahı ve kanın kırmızısı gösteriyorki o balon aslında yokmuş, hepsi rüyaymış ve biz bir kelebeğin insan olma hayalinde süzülüyormuşuz bilmeden.

Film madenlerin görüntüleriyle başlıyor. O insanların yaşadıklarını, başta çıkan yazıyı görünce şöyle bir kaldım, burası Türkiye mi dedim kendi kendime. Üstelik doğunun ücra bir köşesinden de bahsetmiyoruz, karadenizin sanayi kentlerinden Zonguldak'ta geçiyor film. İki veremli arkadaşın şiire olan tutkusunu o madenlerin karanlığından uzak yaşamaya çalıştığı bir dünyada. Sonra sahneye zengin bir adamın kızı olan Belçim Erdoğan giriyor, ve kıza şiirlerini beğendirmek için başladıkları iddiayla filmimiz asıl konusuyla başlamış oluyor. Burada şuna değinmek istiyorum yani tamam Yılmaz Erdoğan'ın karısı ve hoş bir bayan ama liseli kız rolüne koyacak başka insan mı bulamamışlar? Üstelik oyunculuğunu beğenmediğim bir insandır kendisi hatta filme sırf o oynadığından gitmesem mi demiştim ama neyseki çok ön planda değildi. Keşke o rolü başka birisi, mesela yüzüne aşina olmadığımız birisi oynasaymış ve daha doğal gülen.

Sonuna doğru şiirler zaten vermiş gazı ağladım ağlayacağım. En son sahnede çok ağır geldi ama kızlara rezil olmamak adına tuttum kendimi. Meğer arkadaşlarımdan biri ağlamış bak keşke ağlasaydım. :D Ağlaksanız çok, duygusalsanız biraz, reglseniz baya bir çok ağlarsınız diye düşünmekteyim artık orası sizlere kalmış. Ve en son sahnede kavak ağaçlarının çıkması Yılmaz Erdoğan'ın kavak sevgisinin bir göstergesi mi diye düşündüm. Vizyontele'de de kavak seslerinden çok bahsedilmişti. Bu arada ben de çok severim kavak ağacını.

Yani toparlayacak olursam o iki buçuk saat dizelerin büyüsüyle akıp gidiyor, Türk yapımı aşk filmlerine karşı ön yargılı olanların dahi beğeneceğini düşünüyorum ki bende onlardan biriyim.

Not: Filmin sonunda çılgınlar gibi alkışlayan amcaya buradan sevgilerimi iletiyorum. Bir an beni de alkışlasam mı diye düşündürdü kendisi. Ve allah aşkına film  izlerken hart hurt mısır yemeyin, sakız çiğnemeyin. Ve dişinize takılan kırıntıyı tınvv tınvvv sesleriyle çıkarmaya çalışmak için sinema uygun bir yer değil hani belirteyim dedim.




25 Şubat 2013 Pazartesi

Vampir Günlükleri'nde Acı Kayıp

Son bir kaç bölümü geç izledim diye neler olmuş neler. Dizinin başlarında ergeni, son zamanlarındaysa vampir gücüne sahip avcısını oynayan Elena'nın kardeşi Jeremy Gilbert'ı kaybettik. Hayır önceden biliyordum öleceğini ama Elena ve Matt'in ağladığı sahnelerde bende çoook üzüldüm. Başka birisi ölmeliydi yaa Jer değil. Gitti gül gibi çocuk, Silas adında yaratığımsı bir şeyin kurbanı oldu Katherine yüzünden. Üzüldüm ya gerçekten saçma gelebilir ama uzun süre izlediğin bir  karakterin ölmesi de çok sevdiğin bir kitabın bitmesi gibi.Üstelik bu aniden olan bir durum.




 Silas nasıl yapmış bilemiyoruz ama Shane'nin kılığına girmiş Bonnie'yle beraber kasaba da cirit atıyor. Tipik bir Klaus girişi olan bu durumu pek sevmedim açıkçası, zaten önceden böyle bir şey yapılmıştı niye tekrar ettiriyorsunuz ey senaristler? Tabii o kişinin Silas olduğu kesin değil ama Shane olmadığı ve Silas'la bağlantısı olduğu bir gerçek. Her iki açıdan da bu şekil değiştirme olayı can sıkıcı geliyor, başka bir büyü yapsalar olmuyor mu, mesela görünmez olup kasaba da yürüse çok daha havalı olurdu. Umarım Silas'ı da önceden korkunç gösterip sonra kızların sevgilisi karizmatik adam modlarına sokmazlar, şu diziye adamakıllı bir kötü karakter girsin artık lütfen.

Tedavi konusuna gelecek olursak, sadece tek kullanımlık olan bu hazineyi Katherine pisliği kaptı götürdü. Benim fikrim, tedaviyi içlerinden insan olmayı ve normal bir hayat sürmeyi en çok isteyen Rebekah'ın hak ettiği yönünde. Cidden seviyorum bu kızı ya eski senoryaları önümüze sunacaklarına şu kıza birini bulsunlar bende bi rahat edeyim.

4*15 de kardeşinin acısına dayanamayan Elena insanlığını kapattı fakat aklımda şu soru var: Elena bunu Damon istedi diye mi yaptı yoksa kendi kendine mi? Orada efendilik bağı kanıtlandı gibi bir şey ama emin değilim. Evini de Jeremy'le beraber yaktın ama ileride pişman olacaksın Elena, özleyeceksin orayı. Bari üç beş parça kıyafet alsaydın ya bu kız sırf masraf gerçekten. Ama yeni halini seveceğimi düşünüyorum, daha Katherine gibi bir şey oldu şimdi. Ve bir de Matt için  üzüldüm sonuçta en iyi arkadaşını kaybetti ama ağlatmayın şu oğlanı beceremiyor yani belli.

Aklımda Bonnie ne yapacak, Jer geri gelecek mi ve Rebekah kimi gördü sorularıyla iki haftalık bekleyişe girmiş bulunmaktayım. Dizi nihayet belli bir tempoya girdi ki daha bu yükselir diye düşünüyorum, gelmesi gereken karakterler var baya. (Yansımaların kökeni gibi mesela) Ve son olarak Elena'nın çılgın tavırlarının süslediği 4x16 tanıtımı:




22 Şubat 2013 Cuma

Ölümcül Oyuncaklar'dan Önce...

Cehennem Makineleri fanlarının merakla beklediği son kitap Mekanik Prenses için geri sayım başladı. Kitabın fragmanına tek kelimeyle bayıldım, hayran kaldım! On kere falan izlemişimdir yani anlayacağınız çok pis heyecanlıyım kitap için. :D Fragmandaki Tessa kafamdakiyle uyumluydu ama Will cık, Jem hayırr ben öyle düşünmedim onu. Cehennem Makineleri'ni okurken canlandırdığım karakterler aynen böyleydi:



Yada resimdekilere çok benziyordu diyeyim. Fragmanın spoiler içereceği önceden konuşuluyordu, son zamanlarda afişlerden/fragmanlardan bir şeyler çıkarmaya merak salan ben Mekanik Prenses için şunu diyebilirim ki Tessa'nın dünyayı lanetlemek pahasına kurtaracağı kişi Jem, bir ara boynunda çinli japonlu yazısı olan kolye çıkıyordu ya, oradan düşündüm bunu. Zaten Will'in kurtarılmaya ihtiyaç duyacağını sanmıyorum o kendini bir şekilde beladan kurtarıyor.Tabii bu benim düşüncem farklı bir şey düşünüyorsanız ya da gözünüze çarpan başka bir ayrıntı varsa söylerseniz sevinirim.


Türkçe altyazılı fragman için TIK TIK







17 Şubat 2013 Pazar

Zincirsiz - Django Unchained


Heyt bee o nasıl bir filmdi, nasıl bir aksiyon, nasıl bir komedi, nasıl bir dramdı o. Dün akşam çıktım ve bu akşam bile hala Jangooo diye şarkı söylüyorum. Eskinin kovboy filmleri tadında müzikleri, Django'nun hiper ötesi havalı silah çekişi, doktorun kıvrak zekasıyla yaptığı esprileriyle film benden 10 üzerinden 10 puan aldı. Tarantino'nun izlediğim ilk filmiydi ve diğer filmlerini de ilk fırsatta izleyeceğim. 166 dakika nasıl geçiyor anlamıyorsunuz, şıp diye bitiveriyor. Yazım filmi çok komikti havalarında göstermiş olabilir ama asıl konumuz o dönemde siyahi kesime yapılan zulüm ve barbarlık. Çok üzücü sahneleri vardı ve izlerken dedimki hayır ya bu nasıl olabilirki ben olsam benim başıma gelmezdi  bunlar, bir şekilde kurtulurdum. Ama öyle olmuyor işte, tarihte yaşanan onca şeyi bizde yaşayabilirdik, yumurta kırdı diye kırbaçlanan köleler, ölümüne dövüştürülen ve bunu sırf efendileri zevk alıyor diye yapmak zorunda olan insanlar ve spoilera kaçacağından yazmayacağım birçok şey oldu filmde. 

Filmin en beğendiğim kısımları olayları komik şeylerle süsleyip anlatması ve Django'nun her ne olursa olsun umudunu kaybetmemesiydi. Leonardo DiCaprio'nun (Filmde çiftlik sahibi Calvin'i canlandırıyor) dişlerini de unutmamak gerek. :D En beğendiğim sahneyse ödül avcısı olarak gittikleri çiftliğin sahibinin yaptığı şeyi yüzüne gözüne bulaştırmasıydı, çok güldüm o sahnede.



Bu adama kıl oldum. Tam bir pislikti yani çiftliğe kahya olmuş diye kendini bir halt sanıyordu ve diğer kölelere beyazları aratmayacak şekilde işkence ediyordu.





Bu arada filmde dışarıdan dişçi olarak görülen fakat aslında ödül avcısı olan Dr. King Schultz karakterine can veren Christoph Waltz sergilediği muhteşem oyunculukla Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yardımcı Oyuncu Ödülü'nü kazandı ve Oscar'da En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu adaylığı da bulunuyor. 



Ödül avcılığıyla özgürlüğüne adım atan Django'nun karısını kölelikten kurtarmak adına çıktığı yolculuğuyla devam eden film +18 yaş sınırı içeriyor fakat ben pek bir şey göremedim o yaş sınırını gerektiren. Karısı da çok güzeldi hoştu fakat biraz ağlaktı bence öyle bir adama daha sert bir kadın yakışırdı. Unutmadan Altın Küre de En İyi Senaryo Ödülü'nün de sahibi oldu Tarantino. 



Yeni Aldığım Kitaplar#2

Bildiğiniz üzere Dex'in bazı kitapları hiper Carrefourlar da 5 liraya satılıyor. Belki almak isteyeceğim bir kitap olur diye gideyim dedim. Zaten son zamanlarda ya anneme kitap aldırıyorum ya da nerede ucuz bulursam oradan alıyorum. :D Gittiğim markette Yaratık Avcısı vardı Dex'ten çıkan, bende onu aldım.



Burası benim gittiğim Carrefour'un daha dolu hali, ben gittiğimde Yaratık Avcısı'ndan üç-dört tane kalmıştı.
Büyük marketlerde indirime girmiş çok güzel kitaplar bulabilirsiniz, özellikle Nora Roberts'ın çok kitabı oluyor.

15 Şubat 2013 Cuma

İkinci Çekilişim

İlk çekilişimi kazasız belasız atlamanın verdiği güvenle ikinci bir çekiliş daha düzenlemek istedim. Bu sefer iki kişiye kitap hediye edeceğim, kitaplardan ilki Artemis Yayınları'ndan çıkan Ofelya. Tanıtım yazısı ise şöyle:



"...Ne aptalmışım da bir köylü kızı kadar özgür ve bir kralın kızı kadar değerli olduğumu düşünmüşüm! Ormanın derinliklerine baktım ve 'Bu ilişkinin kaderi kötü yazılmış. Ne sana, ne de bana faydası olacak,' dedim acı içinde.
Hamlet'in içini çektiğini duydum. Yoksa duraksayan ateşin üstüne mi üflemişti? Arkamda durup omuzlarıma dokunduğunu hissettim. Beni kendisine çevirdi ve yüz yüze geldiğimizde sıcacık öptü.
Dudaklarının dokunuşu korkularımı silip götürüyordu adeta. Elsinore'un Hamlet için, tıpkı benim için olduğu gibi, altın yaldızlı bir kafes olduğunu anladım.
'Bu ormanda ve kulübelerde kıskanç gözler, eleştiren diller, dedikodu veya yalan yok,' dedim. 'Öyleyse bırak, hep burada kalalım ve birbirimize sadece basit gerçekleri söyleyelim.' İsteğimin işe yaramayacağını bilerek yanağımı Hamlet'in ceketinin sert, gösterişsiz omzuna dayadım."
 
-Library Journal
"Gitgide artan tutku, duygusal iniş çıkışlar -insanı sürpriz bir sona sürükleyen bu hikâyede hepsi var."

Vermek istediğim diğer bir kitapsa gerilim türünde yazılan Asla Arkana Bakma.



 Çekilişe katılmanız için istediğim şeyler izleyicim olmanız ve bu gönderiyi varsa blogunuzda, blogunuz yoksa facebook/twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde herkese açık bir şekilde paylaşmanız. Twitter üzerinden de paylaşanlar +2 katılma hakkı kazanacaktır. Size ulaşabilmem için gönderinin altına paylaştığınız linkle beraber mail adreslerinizi yorum bırakırsanız sevinirim. 15 mart katılım için son gün ve o gece kazananları açıklayacağım. Çekilişim sadece Türkiye içinde katılımcılara açıktır. Herkese iyi şanslar, iyi günler. :)


a Rafflecopter giveaway

13 Şubat 2013 Çarşamba

Ne Okuyorum? #1


Son zamanlarda okuduğum en şirin, en eğlenceli, ve insanı alıp uzaklara götüren bir kitap Mezarlık Kitabı. Konusu şöyle, Nobody Owens adında bir çocuk ailesini katleden katilden korunmak amacıyla bebekken mezarlıkta yaşayan hayaletlerce korumaya alınır. Bod'a mezarlık özgürlüğü verilmiştir ve bu sayede hem hayaletleri görebilmektedir hemde hayaletlere özgü bazı  yeteneklere sahip olmuştur. Tabii katilden korunması  için mezarlıktan dışarıya çıkması yasak ama dışarıdan gelen öğretmenleri falan da var, ihtiyaçlarını  onlar karşılıyor. Kitabın çocuksu bir havası olsa da  her yaştan okuyucunun severek okuyacağını düşünüyorum. İçinde çok şirin resimler var hatta resimli olduğunu bilmiyordum öğrenince ayrı bir mutlu oldum. Okumayan herkese şiddetle öneririm, kitabı o kadar çok sevdim ki mezarlıkta yaşayasım var, yok mudur buralarda da uçsuz bucaksız, hayaletler ve başka mistik varlıklarla dolu  mezarlıklar?

Okuduğum Kısımlardan Alıntılar

*Ve böyle devam etti, ta ki sıra Mahallenin Kız Kurusu Bayan Letitia Borrows (Hayatı Boyunca Hiçbir Erkeğe Zarar Vermedi. Ey Okuyucu Siz de Aynısını Söyleyebilir misiniz?) ile Dilbilgisi ve Kompozisyon dersinin zamanı gelene kadar.

*Bazısı daha altı ay önce birinci yaş gününde akrabalarının getirdiği, bazısıysa ablasının eskileri olan tüylü, kabarık oyuncaklardan oluşan küçük bir yığının üstüne pat diye indi. Yere düştüğüne şaşırdı, ama ağlamadı: Eğer ağlarsanız gelip sizi karyolanıza koyarlardı.

* Apaçık ortadasınız delikanlı. Mor bir aslan, yeşil bir fil ve kırmızı bir tek boynuzun sırtına binmiş, Kraliyet Cübbesi giymiş İngiltere Kralı'yla birlikte bana gelseniz, zannımca herkes diğerlerini önemsiz ayrıntılar olarak görüp, gözlerini sadece ve sadece size dikerler.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Kutsal Kızlar

Arka kapak yazısı:
Bridget, on üçüncü yüzyılda, Fransada, Maria Magdalena soyunun gizemli yeteneklerini geliştirme sorumluluğuyla büyüdü. Ancak tüm gücü elinde tutan Katolik Kilisesi, şifacılık becerilerini ve doğaüstü yeteneklerini kullandığı için Bridgeti yok etmeye kararlıydı. Bridget için korku ve kasvet dolu günler başlamıştı. Bridgetin soyunu sürdürme görevi, onu bir Katolik olan Raoul de Montvallantın kollarına itecekti. Ancak katı Kilise yönetimi, Raoulu isyankar ilan edince, durdurulamayan Katolik lider Simon de Montfort korkunç bir intikam almaya hazırlanacaktı... 

Kitap Kathar inancına sahip insanların kilise tarafından gördüğü zulmü ve onlarla beraber yaşayan, kutsal bir soydan gelen Bridget'in yaşadıklarını anlatıyor. Kötü bir kitap mıydı, hayır ama 560 sayfa boyunca hep aynı olaylar etrafında dönmesi beni sıktı. Mesela tanıtımda Simon intikam alacaktı diyor ya o kitabın ortalarında falan gerçekleşiyor daha birde bunun sonraki nesilleri var. Uzun uzun anlatılmış yani olaylar yavaş ilerliyor baya. Beni kitaba çeken şey neyi diye soracak olursanız fiyatıydı, Okuou'da 5 lira. :D  Keşke okumasaymışım demiyorum ama daha iyilerini de görmüştüm. Kitabın  beğendiğim kısmıysa karakterleri iyi tanıtıyor olması. Ayrıca gerçek bir hikayeden alınmış, yazar kitabın sonunda Kathar inancı taşıdığı için binlerce insanın katledildiğini ve kaynakçasını yazmış. Dini ögeleri de fazlasıyla barındırdığını belirteyim, az birazda cinsellik vardı. Kısacası pek beğenmedim, bir daha da bu tarz kitaplar alırken sayfa sayısının azlığına dikkat edeceğim en azından çabuk bitiririm, elimde  dolanmaz.

10 Şubat 2013 Pazar

Sömestr'da Aldığım Kitaplar

Bir tatilin daha sonuna geldik demekten büyük bir keder duysam da maalesef sonuna geldik. En büyük üzüntüm uykusuz kalacak olmam  artık yarın elimden geldiğince geç gideceğim. Ya da gitmesem mi okulun ilk günü ne yapılır ki sanki?
Fişek hızıyla geçen sömestr da kaplumbağa hızıyla kitap okudum öyle ki tatil başından kalma bitirmediğim kitaplar bile var. Okuduklarımdan bazılarını önceden almıştım, bir kısmı da tatilde aldıklarımdan oluşuyor. Ve işte sömestr da aldığım kitaplar:



Kutsal Kızlar, Uzak Saatler ve Drakula Ölümsüz'ü Okuoku'nun kampanyasından aldım, hatta şu an Kutsal Kızlar'ı okuyorum. Sıkıcı bir kitap değil ama çok eğlenceli olduğunu da söyleyemeyeceğim  elimdeki kitapları bitirmeden almasam da olurmuş hani. Zaten sömestr başından beri okuyorum, araya Özgürlüğün Elli Tonu'da girdi bitiremedim henüz. Diğer ikisini okuma fırsatım olmadı ama bu gidişle şubat bitmeden okumayacağım.

Yokyer ve Mezarlık Kitabı'nı dün aldım, Neil Gainman kitaplarını henüz keşfediyor olmaktan dolayı kızdım kendime, Kutsal Kızlar'dan sonra sırada bu ikisi var.

Bu sömestr'ı da fantastik ve tarihi aşk romanı türündeki kitapları alarak kapatmış oldum, uzun zamandır hep bu iki türü okuyorum artık korku romanları alayım diyorum. Önerdiğiniz korku-gerilim türünde kitaplar varsa yazarsanız çok sevinirim. Herkese iyi pazarlar. :)





7 Şubat 2013 Perşembe

Yeni Dizi: The Following


Sadece üç bölümü yayınlanan ve o üç bölümü de büyük bir beğeniyle izlediğim bir dizidir The Following. Konusuna gelecek olursam, üniversite de edebiyat profesörü olan Joe Carroll  kitabının çok satmaması ve eleştirmenlerden dandik yorumunu almasıyla içindeki sadist ruhu salıp cinayetler işlemeye başlar. Joe'nun Poe'ya olan tutkusu cinayetlerine de yansımıştır, yani adam öldürüyor ama bunu yaparken de kendince bir sanat ortaya koyuyor, Poe'nun hikayelerine göndermelerde bulunuyor.  Etrafından seçtiği kız öğrencilerini katleden Joe'yu bulmak adına işe koyulan FBI ajanı Ryan Hardy cinayet üstündeyken onu yakalar ve Joe hapse girer. Asıl hikaye bundan sonra başlıyor. Carroll'un çevresinde onun gibi düşünen, hapisteyken ziyaretine gelen insanlar vardır ve onun hapisten kaçmasına yardım ederler. Aradan yıllar geçmiş tabii, Ryan yıpranmış, bu tarz işlerden elini ayağını çekmiştir ancak geri dönmek zorundadır çünkü Joe'yla aralarında onu yakalamasından daha öte bir ilişki vardır. 


Normalde içinde ajan olan dizilerden kaçarım yani Arka Sokaklar'dan mı etkilendim bilmiyorum ama dizi araştırmamda ajanlı bir şey çıkarsa kesinlikle izlemem. The Following bana bu tabuyu yıktıran dizi oldu çünkü  gerek kurgusu gerek Joe'nun sessiz karizmasıyla izle beni diye bağırıyor. Üstteki yazımda Joe'ya yardım edenler var demiştim ya, onlar sadece yardım etmekle kalmıyor aynı zamanda cinayetlerde işliyor, öldürmeyi öğreniyorlar. Zaten hemen hemen hepsi (en azından ortaya çıkanları) hayatta tutunamamış, dışlanmış insanlar ve öldürmek onlara daha canlı, daha önemli hissettiriyor. Diziyi sevmemde ki en büyük etkende bu. Polis-katil ilişkisinden daha fazlasını barındırıyor, işin psikolojik boyutlarına iniyor ve bunu geri planda tutmuyor.    Ve James Purefoy yani seri katil Joe Carroll  o kadar  gizemli ki ilerleyen bölümlerde ondan neler öğreneceğiz merak içinde bekliyorum. Diziye başlamak isteyenlere de ufak bir önerim var, ilk başta  1x0'ı izlemeyin, ileriki bölümler için spoiler içeriyor o bölüm. 

2 Şubat 2013 Cumartesi

Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları


Filmin konusu:
Onlar klasik bir çocuk masalının baş kahramanı olan Hansel ve Gretel kardeşler. Ormanda yollarını kaybettikten sonra şeker ve çikolata kaplı cadının evinde tuzağa düşen kardeşler, akşam yemeği olmaktan son anda kurtulurlar ve işbirliği yaparak cadıyı kendi tuzağına düşürürler. Bu ilk avlarından sonra hiç ayrılmadan beraber yola devam eden Hansel ve Gretel, gittikleri her kasabada, her orman derinliğinde acımasız cadıları avlamakta ustalaşırlar. Fakat geldikleri son kasabada yaşanan çocuk kaçırma olaylarında, her zamankinden farklı bir gariplik vardır. Kısa süre içinde kasabanın çocukları tek tek kaybolur ve cadı avcısı ikili kendilerini daha önce karşılaşmadıkları kadar büyük bir cadı kaosunun içinde bulurlar. Norveçli sinemacı Tommy Wirkola'nın yönetmenliğinde hayata geçirilen filmde Hansel ve Gretel kardeşleri ise Jeremy Renner ve Gemma Arterton canlandırıyor. Klasik masalın elden geçirilmiş senaryosu ise yönetmen Wirloka ile Dante Harper'a ait.
Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları son zamanlarda izlediğim en güzel filmdi. Klasik masalın çizgisinden çıkarak bizi daha aksiyonlu ve fantastik ögelerle dolu bir yolculuğa çıkaran filmi büyük bir heyecanla izledim. Fragmanını izlediğimde yahu bu film neden +15 ki demiştim ama filmdeki dövüş sahneleri ve kanın ön planda olması yaş sınırını gerektiriyormuş cidden. Konusu yukarıda belirtildiği gibi, bizim masaldan bildiğimiz o ufak kardeşler büyüyor da cadı avcısı oluyor. Tabii bundaki en büyük etkenlerden birisi cadı büyülerinin  kardeşlere etki etmiyor olması, bunun sebebini filmin ilerleyen sahnelerinde öğreniyoruz. Cadılar da böyle bir meymenetsiz, suratlarına bakarken hafiften korktum yani. Bunda küçükken beni "cadı gelicekkk seni yicekkk" diye korkutmalarının etkisi de var. O yüzden bu masalın yeri bende ayrı. Cesaret veriyor insana. :D Bir de Hansel'i oynayan Jeremy Renner yok mu sırf onun için bile izlenir ya bayılıyorum o adama. Filmin üç boyutlu olması da dövüş sahnelerini daha  güzel yapmış  ama  bir sahnede çok tiksindim ve bakamadım. Filmin tek ufak eksiği o sahneydi benim için. Spoiler vermemek için daha fazla bahsetmeyeceğim, fantastik seviyorsanız ve birde aksiyonla harmanlanmış bir fantastik film izlemek istiyorsanız en kısa zamanda gidip izlemenizi öneririm.


1 Şubat 2013 Cuma

İkinci Mim'im! :)

Su Birikintisi adlı blogun sahibi beni mimlemiş! :) Bu ikinci mim'im ve mim olayını çok sevdiğimi fark ettim. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Liebster Blog Award adındaki bu mim çeşidini ilk mim'imde anlatmıştım. Bakmak isteyenler buraya tık. ;)