14 Eylül 2015 Pazartesi

Okuma Günlüğü #1

2 yorum:

Bu aralar ne olduysa sanki birden havalar soğudu, karanlık daha erken çökmeye başladı. Soğuk hava insanı olmama rağmen bünyem bu değişikliğe erken uyuma isteği ile tepki verdi. Bir hafta öncesine kadar, gece yarısı benim için akşamüstünden farksız erken bir saatken bu gece uykum geldi, geç olduğunu hissettim. Okulların açılmasına iki hafta bile kalmadı, bunu hatırladıkça çok üzülsem de bedenim sanki okula gitmeye can atarcasına erken uyuyup erken kalkmak istiyor. Zaman ne ara geçti, ne ara üniversite son sınıfa geldim anlamadım. Geçen sene okul bitse de kurtulsam derken şimdi hem derslerden hem de okul bitince ne olacağından korkuyorum. Demek ki uzaktan atıp tutmakla olmuyormuş, bunu da öğrenmiş oldum. -.- 

İki gündür ders seçimleriyle boğuşuyorum, dün bütün gecemi kitap okumaya ayırmayı planlarken kendimi bilgisayar başında, otomasyon sayfası yenilerken buldum. Bugün de aynı şekilde geçtiğinden okuduğum kitapta istediğim ilerlemeyi kaydedemem canımı sıktı. :ı Eh artık bu gece kitapla sabahlarım dedim ama bu sefer de saat daha on iki olmadan uyku bastırdı. Kitap okurken uykum geliyorsa ya çok yorgunumdur ya da elimde bol betimlemeli yavaştan okunması gereken bir kitap vardır. Şu an okuduğum Titus Groan ikinci seçeneğe uyuyor. Okuma Günlüğü yazı dizisine başlamama kitabın bu betimleme dolu dili sebep oldu diyebilirim. ^.^ Bazı kitapları bir oturuşta bitiremezsiniz, gerçi bitirmesine bitirirsiniz de keyif vermez. Gormenghast Serisi'nin ilk kitabı olan Titus Groan da bu kitaplardan biri. Kitap sizi içine çektikçe çekiyor, o kadar ki bir süre sonra o kasvetli şatonun bir parçası haline geliyorsunuz. Yaratılan mekan uçuk kaçık bir fantastik esere ait ama her şey gündelik yaşamın gerçeklik sınırları içinde. Tüm tuhaflıklar, labirentvari şato, şatoyla bütünlemiş ve kendi alanlarında yaşayan asosyal diye nitelendirebileceğimiz karakterler ve bol miktarda toz, bol miktarda karanlık. Hiçbiri doğaüstü özellik barındırmıyor ama hepsi doğaüstüymüş gibi geliyor. Bu durum okurken biraz ikilemde kalmama sebep oldu, sanırım ilerledikçe alışacağım.  Kısacası tuhaf bir kitapla karşı karşıyayım, neyse ki tuhaf şeyleri severim. :3


Titus Groan'dan önce kısa bir hikaye olan Güller ve Dikenler'i okuyordum. Kitap iki taraflı yazılmış, birinde kadının diğerinde adamın gözünden olaylar aktarılıyor. Lise zamanı aldığım incecik kitabı yıllardır neden okumamışım bilinmez ama kısmet bugüneymiş. Yazar Theodora Goss kitabını kelt efsanelerinden esinlenerek yazmış. Bu arada Güller ve Dikenler sayesinde Mythpunk adında yeni bir tür keşfettim. Anladığım kadarıyla Mythpunk, peri masallarının & mitolojik efsanelerin yeniden derlenmesiyle oluşan bir tür. Benim baya ilgimi çekti, detaylı bilgi almak isterseniz Theodora Goss'un kendi blogunda paylaştığı yazıya bakabilirsiniz. Masalımsı öyküleri seven herkese Güller ve Dikenleri tavsiye ederim. ^^



Bugün kargo bana büyü getirdi. ^.^ Jonathan Strange ve Bay Norrell kitapçıda dikkatimi çeken ama elimin satın almaya gitmediği kitaplardan biriydi. Takip ettiğim bir blogdan dizisinin çekildiğini öğrenince "kitabı okumadım bari diziyi izleyeyim." diyerek 7 bölümden oluşan ilk sezonu izledim. Jonathan ve Mr. Norrell'in öyküsü saf büyü içeriyor. Bunu bir de 19. yüzyıl İngilteresi ile harmanlayınca ortaya en sevdiğim türde harika bir yapım çıkmış. Diziden aldığım istekle kitabını da almaya karar verdim ama evde biriken onlarca okunmamış kitabım dururken yeni kitaba para harcamaya gönlüm elvermedi. Sonuç olarak ukitapta yaptığım bir takasımsı satış ile (detaylı yazısı ayrıca paylaşacağım.) çok istediğim bir kitaba kavuşmuş oldum. Bu ay okur muyum bilmiyorum ama dizinin etkisi geçmeden başlasam güzel olur. 


Okuma Günlüğü yazı dizisinin ilkini böylelikle bitirmiş oldum. Böyle bir başlık açıp bir şeyler yazmak nereden esti derseniz, tek bir kitap ya da tek bir dizi hakkında blog yazısı yazmak bazen sıkıcı geliyor. Ara ara ufak paylaşımlar yapma ihtiyacı duyuyorum ama bunu da kısa buluyorum. Bu yüzden ikisinin ortası bir yazı yazmaya karar verdim. Aynı zamanda ben de içimi dökmüş oluyorum vs. :3 Titus Groan bu ay okuduğum diğer üç kitaba kıyasla ağır geldi, kitap bitmeden hakkında bir şeyler söyleyip rahatlamak istedim. Sonra aklıma Okuma Günlüğü fikri geldi, böylelikle yeni bir yazı dızisine başlamış oldum. Biraz kitap, biraz öylesine karalama muhabbet eşittir Büyülü Ayraç'ın Okuma Günlüğü olacak. Açıklamayı uzatmadan burada bitiyor ve baş ağrım için ağrı kesici alıp uyumaya gidiyorum. Herkese iyi geceler, huzurlu uykular. 



12 Eylül 2015 Cumartesi

Lola ve Komşu Çocuk - Stephanie Perkins / Kitap Yorumu

9 yorum:

Ne zaman çok güzel bir kitabı bitirsem hakkında bir şeyler söylemekte zorlanıyorum. Şey gibi oluyor, hani çok komik bir anınız vardır da çevrenize anlatırken kimse gülmez, siz de ya işte anlatınca komik olmadı ama aslında çok komik dersiniz. (Rezil durumlar vol. 2392) Onun gibi işte. =D Yazacağım yazmasına ama beğeni düzeyimi aktarabilecek miyim bilmiyorum. Kitapla bununla ilgili geçen bir kısım var, sanırım aktarmamın tam zamanı:


''Nefret ettiğimiz şeylerden bahsetmek kolay ama bazen bir şeyi tam olarak niye sevdiğimizi açıklamak zor oluyor.'' 



O halde baştan alayım, kitabın ilk elime ulaştığı zamana dönelim. Lola ve Komşu Çocuk'la aramda oluşan bağ kargo poşetinden çıkarttığım zamana dayanıyor. :3 Şirin bez torbası, rozetler, ayraç, cilt tasarımı, içindeki yıldız desenleri... kısacası her şeyiyle tasarımını çok sevdim. Bir süre elimde evirip çevirdim, daha başka keşfedilecek yanı var mı diye kurcaladım. Sonra büyük bir hevesle okumaya başladım ki ne göreyim. Cümleler çok garip geldi. Sürekli şimdiki zaman kipi kullanılmış, bazen kısa bazen aşırı kısa. o.O İlk sayfalar biraz hayal kırıklığı oldu benim için. Çeviriden mi kaynaklı diye düşündüm, kitabın orjinal dilinde pdfini bulup biraz kurcaladım. Perkins'in cümleleri de çok hoşuma gitmedi, dediğim gibi gereksiz kısaydı bence, değişik geldi. Ama kitap ilerledikçe fark ettim ki çeviriyle alakalı bir sorun yokmuş sadece benim şimdiki zaman ekiyle biten cümlelere alışmam biraz zaman almış. Sonrası zaten aktı gitti. Hikayede, karakterlerin tatlı hallerinde kayboldum. Kitabın bu kadar hoşuma gitmesinin temelinde karakterlerin özenle detaylandırılmış olması yatıyor. Hepsi her an kapınızı çalıp karşınıza çıkabilecek kadar gerçekçi. 

Genellikle young-adult kitapların erkek karakteri ya okulun en popüler çocuğudur ya da kimseyle takılmayan gizemli biri. Lola ve Komşu Çocuk'ta ise karşımızda utangaç ve çekingen biri var. Cricket Bell gelmiş geçmiş en tatlı erkek karakterlerden biri olabilir. Uzun boylu, (baya uzun boylu) bazen ne diyeceğini bilemediği için saçmalayan ama fazlasıyla zeki olan bu çocuğu çok sevdim. Hatta sanırım uzun bir süre etrafta Cricket Bell benzeri birileri var mıdır diye bakınacağım. :D Bu arada esas oğlana daldım esas kızdan bahsetmeyi unuttum. =P Lola'yı başlarda pek sevmedim. Fakat bu tamamen bir yanlış anlamadan dolayı oldu. Kitabın başlarında karşımda moda merakı olan biri var sandım, oysa Lola modadan uzak, kendi tarzını ve kendi kostümlerini yaratmayı seven, oldukça farklı biri çıktı. Her gün ruhunu yansıtan farklı peruklar ve farklı kostümleriyle Lola Nolan okuduğum en kendine özgü kitap karakterlerinden biri. Başlarda çılgınmış gibi geliyor ama sonradan alışıyorsunuz. Hatta keşke biz de öyle olsak dedim, neden sürekli benzer şeyleri giyinip aynı saçla dolaşıyoruz ki, çok sıkıcı. -_-


Karakterler hakkındaki düşüncelerimi çok uzatmak istemiyorum, fazla konuşup zevkinizi kaçırmak istemem. Okudukça keşfetmek en güzeli bence. Bir kitapta ne ararsınız bilmiyorum ama bana göre karakter odaklı olması, oldukça önemli. Lola ve Komşu Çocuk bu isteğimi fazlasıyla karşıladı, üstüne bir de çok tatlı bir aşk hikayesi sundu önüme. Kitap için Anna and the French Kiss'in devamı deniyor ama büyük bir bağlantı yok. İlk kitabı okumadıysanız dahi Lola'yı rahatlıkla okuyabilirsiniz. Böyle güzel bir hikayeyi keşfetmemi sağladığı için Yabancı Yayınları'na teşekkür ederim. Umarım en kısa zamanda Anna and the French Kiss'i de çıkartırlar. Bu kitapta az biraz gördüğüm Anna & St. Clair ikilisini çok merak ettim. ^.^

Lola ve benzeri indirimli kitaplara buradan ulaşabilirsiniz. ^^

10 Eylül 2015 Perşembe

Eylül Ayı Okuma Planım

2 yorum:
Sonbaharın ilk ayına nihayet giriş yaptık. Bu haftanın başında "Ne güzel hava soğudu, selam sonbahar eheheh" derken ağustos sıcakları durun daha gitmedim dercesine yakamıza yapıştı. -_- Yine sıcak yine sıcak. Umarım en kısa zamanda fırtına getiren rüzgarları gelir ve uzunca bir süre gitmezler. Havalar sıcakken okuma isteğim de dahil olmak üzere tüm fonksiyonlarım yok olup uykuya dönüştüğü için yaz aylarında istediğim kadar kitap okuyamadım. Hadi haziran stajdı, bütünlemelerdi derken geçti, temmuzun ilk yarısı tatildeydim son haftası hastaydım, (bahaneler bahaneler) ağustos ayı da çok sıcaktı zar okudum. :ı Sıcakta kitap okumanın onyüzbin yöntemi diye bir kitap çıkarıp yaz başından yayınlatsaydık tutardı bence. Gündüzleri sıcaktan ve inşaat & çocuk gürültüsünden dolayı okuyamadığım için geceleri uyanık kaldım, uyku düzenimi mahvettim, sabah ezanıyla uyuyup öğleden sonra uyandım... Tüm gün evdeysem uyku düzenimin pek bir önemi olmuyordu ama dışarı çıkacağım günlerde erken kalkma konusunda gerçekten zorlandım. En azından ağustos ayı boyunca değiştirdiğim bu uyku düzenim sayesinde 5 kitap okuyabildim. Eylülde bu sayıyı iki katına çıkartmak istiyorum. Ayın üçte birini sadece bir kitap okuyarak geçirmiş olsam da kalan 20 günde 9 kitap okuyabilirim bence ya umutluyum bu konuda. 

Ağustos ayında okuduğum şekerler ^.^



Bu arada benim "okuyamama hali" dediğim duruma insanlar reading slump diyormuş. Her şeyin gavurcasını kullanmaya bayılıyoruz ne diyeyim. Eylül ayında yine okuma konusunda isteksiz olur muyum bilemiyorum ama elimde çok güzel kitaplar var ve ukitap takaslarım & satışlarım ile elime yine çok güzel kitaplar geçecek. Bu ayın ilk kitabı Asude'nin yazdığı Pabucumun Ajanı'ydı. KCBT üyesiyken 2. kitabın turunu yapmıştık, önden okuyalım diye ilk kitabı da göndermişlerdi sağ olsunlar. Okulum çok yoğun olduğu için kitabı adamakıllı okuyamamış, 2.yi anlamama yetecek şekilde taramıştım sadece. Onu ukitap aracılığı ile başka bir üyeye vereceğim için vermeden önce okuyayım dedim. Çok şeker, akıcı bir kitaptı. Ama bana kalırsa yazarın Dikkat! Aşk Çıkabilir kitabı kadar iyi değildi, yine de kafa dağıtmak ve eğlenceli bir şeyler okumak isterseniz önerebilirim. 



Eylül ayının ikinci kitabı Yabancı Yayınları'ndan çıkan Lola ve Komşu Çocuk olacak. Kitabın tasarımı  gerçekten çok güzel olmuş, yapanları buradan tebrik ediyorum. Bu yazı bitince Lola ve Komşu Çocuk'a gömülüp uzunca bir süre başından kalkmamayı planlıyorum. Hadi bakalım bu gidişle 10 kitap hedefime varacağım galiba. ^.^



Aslında önemli olanın kaç kitap okuduğumdan ziyade okuduğum kitapların nitelikleri olduğunun farkındayım. Uzun zamandır çok az kitap okuduğum için elle tutulur bir sayıya ulaşmak istiyorum sanırım. *.* Bazen oturup bu ay şu kitapları okuyacağım diye liste yapıyorum ama düzene pek alışkın olmayan biri olarak listeye uymakta zorlanıyorum. Bir de şu var, bir kitabı bitince kafamda farklı farklı düşünceler oluyor. Planladığım kitaptan ziyade o an hissettiklerime uygun bir şeyleri okumak istiyorum. O yüzden kitap sırası yapmak pek bana uygun değil. ^^ 

Eylül ayı okuma planım dedim ama konu döndü dolaştı plansızlığa kaydı. Bu ay okumak istediğim kitaplar var gerçi, onu da bir plan olarak sayabiliriz. :3 Kızıl Yükseliş, Saklı Bahçe, Kardan Kız, İyilik ve Kötülük Okulu, Bıçak Sırtı ve Titus Groan bu ay okumayı planladığım  kitapları oluşturuyorlar. Okulların açılmasına çok az kalmışken gönül rahatlığıyla kitap okuyabildiğim son günleri iyi değerlendirmek istiyorum. Sanırım küçük çaplı bir plan yapmayı başardım, boş geçirdiğim son günleri iyi değerlendirerek bol bol kitap okumak. ^.^ Son olarak, umarım eylül hepimize güzel kitaplar getirir. Bu aralar güzel şeylere gerçekten ihtiyacımız var. 

5 Eylül 2015 Cumartesi

Gotik Edebiyat Hakkında

23 yorum:


Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıya nihayet başlıyorum. Gotik edebiyat kitap okumaya bağlandığım günden beri hep en sevdiğim tür olmuştur. Aslında başlarda severek okuduğum kitapların gotik tarzda yazılmış olduğunu bilmiyordum, zamanla kitaplardaki sevdiğim ögelerin gotik edebiyata ait olduğunu anladım. Kasvetli havalar, hüzünlü karakterler, şatolar, hayaletler, etrafta uçuşan kuzgunlar&kargalar pencerenin kendiliğinden açılmasıyla içeri giren soğuğun vurgulanması gibi pek çok detay bu türün göze çarpan özelliklerini oluşturuyor. Bilinmeyenin korkusu da gotik edebiyatın temel fonlarından biri. Bu genellikle bir hayalet, gizemli bir cinayet, farklı çeşitlerde yaratıklar ya da karakterlerin iç dünyasına yapılan derin yolculuklar ile kendini gösteriyor. Bana kalırsa korku ve gotik belli bir noktaya kadar aynı yolda ilerleyen sonra kendi yönlerine ayrılan iki tür. Gotik kendine has bir estetik algısı barındırıyor. ^^ Bu arada gotik edebiyattan bahsetmeyi uzun zamandır istiyorum demiştim ama kendimde yeterli bilgi birikimi bulmadığım için cesaret edemedim. =) Kitap incelemesi yaparken bile saçma mı oldu acaba diye düşünüyorum, şimdi bir türü ele alacağım falan hadi hayırlısı. :D Yazarken kuzgunlar bana yardım eder belki eheheh. Yazımın amacı gotik edebiyatı tanıtmaktan ziyade, bu edebiyat hakkındaki düşüncelerimi okuduğum örneklerle açıklamak olacak. Olur da bunun böyle olduğunu düşünmüyorum dediğiniz bir nokta olursa düzeltme için yorum atarsanız sevinirim. 

Gotiğin edebiyata geçişinden önce nereden geldiğini biraz anlatayım. Şimdi biraz mimariden gireceğim, bu konuyu geçen kış okuldaki bir dersimde baya incelemiştim ama dersler genelde unutuluyor tabii. :D Gotik akım mimariye 12. yy'da giriyor. Yapıların olabildiğince devasa ve görkemli olması, ufak tefek heykeller, bol pencereler, renkli camlar gibi ögeler gotik akımın mimarideki yansımasını oluşturuyor. Tabii benim açıklamam kaba taslak oldu, zaten izlediğimiz film / dizilerdeki yapılara bakarak gotik olup olmadıklarını az çok anlayabiliyoruz.

resim buradan http://galleryhip.com/gothic-tumblr.html


Gotik sadece mimari ve edebiyatta söz konusu olan bir akım değil tabii, resim ve müzikte de yer alıyor, hatta gotik tarzda yapılmış hediyelik süs eşyaları bile var. :3 Bana kalırsa bu akımın ilgi görmesi korkuyu estetikleştirerek sunmasıyla alakalı. Küçükken denk geldiğim bir program sebebiyle vampirlerden çok korkuyordum, 7 - 8 yaşlarındaydım. O aralar kendi kafamda bir vampir abla yaratmıştım, işte güya vampirlerin kraliçesiymiş aynı zamanda benim ablammış da diğer vampirler bana bulaşamıyormuş falan. :D Onunla alakalı hayal kurarken hem korkardım hem de "ablam o ya bir şey olmaz" diyerek kendimi rahatlatırdım. Korkumu tamamen yok etmesem de baya azaltmıştım. İşte gotiğin de etkisi buna benzeyen bir şey. Korktuklarımızı önümüze çıkarıyor ama bu vahşetle değil hüzünle ya da güzellikle birlikte geliyor. Bol miktarda gizem barındırması da gotik edebiyatı ilgi çekici kılan şeylerden biri. Korku mu ağır basar merak mı derseniz korku derim ama korkunun izin verdiği sınıra kadar merakımızla ilerlemeye devam ederiz. Gotik eserlerde geçen olaylara bakıyorum da, korkunun merakı engelleyecek kadar ön planda olduğunu düşünmüyorum. En azından şimdiye kadar okuduklarım öyleydi. Gizem ağırlıklı olan öyküler okuyucuyu detaylarıyla ürpertiyor. Bazen ölmüş birinin hayaleti, bazense iç dünyası deliliğin dağlarında gezen bir karakterin derin düşünceleriyle sağlıyor bunu. Gotik için illa fantastik ögeler gerekmiyor tabii. Sıradan olayların anlatıldığı herhangi bir kitap da gotik edebiyata dahil edilebiliyor. Yazımın devamında okuduğum kitaplardan yola çıkarak bu türü daha detaylı bir şekilde anlatmaya çalışacağım, ardından bulduğum birkaç link ile farklı kitap örneklerini de ekleyeceğim. Bu arada şu an yazarken bu playlisti dinliyorum. Brunuhville bestelerini çok severim, gotik tarzda oluyorlar genelde. Siz de dinlemek isterseniz diye linkini bırakayım dedim. ^.^

3 Eylül 2015 Perşembe

Unforgiven - Lauren Kate / Fallen #5 Geliyor!

4 yorum:

Gördüğüm andan itibaren aman tanrım diyerek kitapla alakalı sayfaları dolaşıyorum. Geliyor gönlümüzün efendisi, Cam geliyor! :D Lauren Kate iki saat önce facebook sayfasından yeni kitap Unforgiven'ın çıkacağını duyurdu. Ayrıca kendi sitesinde kitabın İngiltere ve Amerika'daki okurları için ön satışlar şimdiden başlamış. *.* Düşüş Serisi bittikten sonra pek çok hayran gibi ben de Cam ile alakalı neredeyse hiç bilgi verilmediği için üzülmüştüm. Aşka Düşüş novellasında ucundan bahsedilmişti ama onu yeterli bulmadım. Cam gibi gizemli bir badboy dururken Daniel sümsüğünün aşkıyla alakalı seri okutttun bize tşk.ler Lauren diyerek bitirdim Vurgun'u. =D Unforgiven'ın çıkış haberini görünce nasıl mutlu oldum anlatamam sevgili okur. Bu güzel haberi paylaşmak için soluğu blogumda aldım, :3 


İngilizcemin yettiği kadarıyla kitabın tanıtım yazısını çevirmeye çalışacağım, orjinal halini okumak isteyenler Goodreads'den bakabilir. Umarım Epsilon çeviriyi çıkartmakta gecikmez, lütfen en kısa zamanda çıkarsın lütfen. *.* 

Düşüş Hayranlarının beklediği kitap; Cam'in hikayesi.

Lise cehennem olabilirdi.

Cam lanetli olmanın ne demek olduğunu biliyordu. Cehennemde hiçbir meleğin geçirmemesi gerektiği kadar çok zaman geçirmişti. Ve onun yeni cehennemi liseydi, sevmekten kendini alıkoyamadığı kız Lilith'in cezalarını çekmesi için gönderdiği yer.

Cam  Lucifer'le bir anlaşma yapmıştı: Onu gerçekten önemseyen tek kızı kendine tekrar aşık etmesi için on beş günü vardı. Başarılı olursa Lilith dünyaya geri dönebilecek, birlikte yaşayabileceklerdi. Ama kaybederse... Cehennemde Cam için özel hazırlanmış bir köşe beklemekteydi. 

Tik tok. 

Kanatlarınızı açın, kötü çocuk - kara melek Cam ıstıraplı kalbini efsanevi yeni Düşüş romanında nihayet gösteriyor, Affedilmemiş. 

1 Eylül 2015 Salı

Bu Aralar Neler İzledim? (Temmuz - Ağustos 2015)

Hiç yorum yok:
Yaz tatilinde yapılacak en iyi şeylerden biri de yeni diziler & filmler keşfetmek. 2015 yazının büyük bir kısmını evde pinekleyerek geçirdiğim için film /dizi izlemeye bol bol vaktim oldu. "Alınacaklar Dosyası" adlı yazımda izlenecek filmler klasörü açtığımdan bahsetmiştim, izleyecek film ararken vakit kaybetmemek adına oradan seçim yaptım falan. :3 Bir de başladığım bir - iki dizi oldu. Bu yazım temmuzun son haftasından şimdiye kadar izlediklerim hakkında olacak, bakalım neler izlemişim? =)

The Phantom of the Opera

Gaston Leroux'un 1909 yılında yayınlanan kitabından uyarlanan 2004 yapımı müzikal tadındaki bu film bizleri Paris'e, görkemli bir operaya ve onun gizemli olaylarına götürüyor. Aslında filmi taa ilk çıktığı zaman sinemada izleyecektim ama uygun seans bulamamıştık. İyi ki de öyle olmuş diyorum, hem hayaletin aşkını hissedemezdim hem de biraz korkardım büyük ihtimalle. :D Bir genç kızın müzik meleği ile çocukluk aşkı arasındaki gelgitleri, hayaletin hüznü, bolca gizem ve harika şarkılar barındıran filmi çok sevdim, hayalete aşık oldum. :( Gerard Butler role cuk oturmuş, bir bakış atıyor ki kızlar ekrandan çıkıp kalbinize işliyor resmen. (Fangirl modum için kusura bakmayınız.) Operadaki Hayaleti izledikten sonra Gerard Butler'ın başka filmlerine geçtim, yazımda onlardan da bahsedeceğim. Bu arada hemen ardından kitabını okudum, film kadar aşk odaklı değildi ama  hayaleti daha yakından tanıdığım için kitabını daha çok sevdim. Eğer hala izlemediyseniz önce filmini izleyip ardından kitabını okumanızı tavsiye ederim. Filmden hikayenin temelini alıp kitaba geçmek güzel olmuştu. :) 

P. S. I Love You 

Operadaki Hayalet'in ardından Gerard Butler'ın başka filmlerine geçmek istedim, ilk film hepimizin en azından televizyonda denk geldiği P. S. I Love You oldu. Daha önce birkaç kez parça parça da olsa televizyonda izlemiştim, açıkçası çok ilgimi çekmemişti. Bu sefer oturup bütün izleyeyim dedim. Duygusal bir dönemime geldiğinden midir yoksa dağ gibi adamın ölümünden mi bilmiyorum ama  hatırlama amaçlı fragmanına baktığım andan itibaren ağladım moralim altüst oldu. Böyle filmler yapmasınlar ya da duygusalken izlemeyiniz uyarısı falan düşsünler. :( Peşine romantik - komedi açmama rağmen ı ıh yani işe yaramadı. Ne diyeyim Allah kimseye böyle bir acı yaşatmasın. Muhtemelen bu yazıyı okuyan herkes filmi izlemiştir, kimileri tekrar izleyecek kadar beğenmiş de olabilir. Evet ben de beğendim ama duygusal iken izlememenizi tavsiye ederim, o_o


:'(((((((((

The Ugly Truth

P. S. I Love You şokundan sonra yine Gerard Butler ile devam ederek romantik - komedi türünde bir filme geçtim. Bu arada uzun zamandır ilk defa bir oyuncunun filmlerini peş peşe izleyesim geldi, normalde sapık gibi aynı adamı takip etmem yani. :D Neyse, kendimi açıklama çabalarımı bir kenara bırakıp filme geri döneyim. The Ugly Truth konu olarak çok ilgimi çeken bir film oldu. Biraz He's Just Not That Into You'ya benzettim, aynı durum farklı şekilde işlenmiş gibi. Gerard Butler erkeklerin kadınlarda ne aradığını acımasızca anlattığı televizyon programı ile ünlenen birini canlandırırken Katherine Heigl ise doğru adamı arayan takıntılı bir yapımcı olarak karşımıza çıkıyor. İkilinin yolu aynı televizyon kanalında birleşince Mike (Gerard) Abby'e (Katherine) istediği erkeği elde etmesi için yapması gerekenleri anlatıyor bir nevi kızı bu yönde eğitiyor falan. Filmi izlerken eğlendiğim pek çok yer oldu ama genel olarak biraz klişe geldi. Boş vaktiniz varsa izleneceklerden biri diyeyim. ^.^


Law Abiding Citizen

Yazımda geçen son Gerard Butler filmi Law Abiding Citizen olacak. Birisi tüm ailenize zarar verdiği halde hak ettiği suçu almazsa intikam için ne kadar ileriye gidebilirsiniz? sorusuyla yola çıkan film polisiye- gerilim türünde. Bu türden çok fazla film izlemesem de benzer yapımların gerisinde kalmış diyebilirim. Gizem- gerilim düşük seviyedeydi, finali sönük geldi. Gerard'cığımın hatırına izlediğim son film oldu, kapanışı eh meh yaptık yani. :3











How to Lose a Guy in 10 Days

Romantik - komedi türündeki filmleri seviyorum, kafa dağıtan eğlenceli şeyler izlemek iyi geliyor. How to Lose a Guy in 10 Days erkek karakterin herhangi bir kadını on gün içerisinde kendine aşık edebileceği iddiası ve şans ki bulduğu kızın 10 gün içerisinde bir erkeğin kendini terk etmesini sağlaması gerekmesi üstüne kurulu bir film. Oyuncuları çok iyi, konu güzel, diyaloglar eğlenceli vs. ^.^ Benim gibi boş zamandan çok neyim var diyorsanız kafa dağıtmak için izleyebilirsiniz.












Sense8
Yazımdaki tek dizi sanırım Sense8 olacak. Aslında Sense8 için ayrı bir yazı yazarım diye düşünüyordum ama hazır izlediklerim başlığı açmışken aradan çıkartayım dedim. :P Tür olarak bilim - kurgu odaklı olan dizi 12 bölümle ilk sezonunu tamamladı. Konuya gelecek olursam, farklı ülkelerden 8 kişi var, bunlar bir şekilde birbirlerinin yerine geçebiliyor, aynı anda aynı yerde olabiliyorlar. (İkisi Amerika'nın farklı eyaletlerindendi.) Bunu yapabilen başka insanlar da mevcut ama herkes kendi kümesi içinde hareket edebiliyor. İşte bu durumun çevresinde gelişen olaylar, karakterlerin yaşadıkları vs. dizinin ilk sezonunu oluşturuyor. Konuyu üstünkörü anlattım ama izleyip görmek daha iyi olur. İzlerken başlarda n'oluyoruz neden herkes ingilizce konuşuyor nedir ki bu falan olmuştum, ilerledikçe hani aksiyon nerede moduna girdim ardından karakterlere bağlandım ve sonuç olarak beğenerek bitirdim. ^.^ Değişik, izlemesi keyifli bir dizi. Bölümler genel olarak karakterlerin hayatına odaklı, 8 kişi ve 8 farklı hayat detaylıca anlatılmış. Sense8'e başlarken karakterden ziyade olay odaklı bir dizi beklediğim için ilk üç - dört bölümü biraz sıkılarak izledim. Ama daha sonra hem aksiyon sahnelerinin artması hem de tanıtılan karakterlere alışmam ile diziye bağladım, sevdim baya. Yapım şirketi dizinin tek sezon olmasını düşünüyormuş  sonradan devam ettirmeye karar vermişler. Umarım yeni sezonu çok beklemeyiz, bilim - kurgunun drama ile karıştığı şeyleri seviyorsanız Sense8'e bir göz atın derim.

Temmuz sonu - Ağustos 15'i arası izlediklerim bunlardan oluşuyordu. Tabii devam ettiğim başka diziler de var, onları ayrı başlıklarda tek tek inceleyeceğim sanırım. Bu arada normalde bu yazıyı ağustos bitmeden yayınlamış olacaktım ama bir hafta önce ağır bir gribe yakalandım, kitap okuyasım bile gelmedi. Havalara dikkat etmek gerekiyor, gündüzleri sıcak olsa da gece rüzgarı tehlikeli, nasıl olduğunu anlamadan soğuk algınlığına yakalanıyorsunuz. o.o 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...