İstiklal'deki patlamadan sonra hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam etmemiz ne garip. Millet olarak gerçekten tuhaf davranıyoruz. Bir yerde insanlar ölürken başka bir yerde indirim varmış hadi şuraya da bakalım diye gezenler oluyor. Patlamadan önce dışarıda olanlar koştur koştur evine gitsin demiyorum fakat bu rahatlık nereden geliyor çözemedim. Mağazadaki kalabalık akşama doğru anca dağıldı, ertesi gün de izin verdiler. Sonuç olarak pazar gününden beri evdeyim, seviyorum evde kalmayı. Bence tüm gün evde kalmanın tek kötü yanı geç yatıp geç kalktığım için zamanın çok çabuk geçiyor olması. Bugün anneme keşke ömrümün sonuna kadar evde kalsam, Barış evlense ben de onun çocuklarına baksam dedim. Öylesine bir konuşmaydı ama gerçek olsa güzel olurdu. Kırsalda büyük bir evde yaşasam, tarımla uğraşsam, istediğim kadar kitap okuyup yazsam ve tatillerde yeğenlerim için dünyanın en süper halası olsam falan. Güzel bir hayat olurdu. Hem sonsuza dek eve kapalı kalma gibi bir lanetim yok, bunalırsam bi' süre gezgin olup evime dönebilirim. Zamanı istediğimiz şeylerle doldurabilmek, asıl istediğimiz bu sanırım.
Dediğim gibi bu aralar boşum, istediğim zaman kitap okumama engel olacak pek bir şey yok. ^^ Elimdeki kalın biyografi kitabını bitirdikten sonra rahat okurum kafam dağılır diye düşünerek Agapi'ye başladım. Agapi'yi zevklerine çok güvendiğim bir tanıdığımın önerisiyle edinmiştim. İlk okuduğum Sarah Jio kitabıydı, diğerlerine bakacağımı zannetmiyorum günümüz dram türü eskisi kadar ilgimi çekmiyor. Yazarın diğer kitapları daha çok o türe yakın diye biliyorum hatam varsa düzeltin. :3 Agapi ise dramdan çok aşk ağırlıklı, hatta aşk dolu bir konuya sahip. Yılbaşı için çekilen ve birkaç çiftin aşk hikayelerini ele alan amerikan filmlerine benziyor ama daha derin ve dokunaklı. Agapi aşkın bencil olmayan, onu o olduğu için kabullendiğin hali olarak geçiyor. Bakınız kitap aşkın türlerini şöyle tanımlıyor:
EROS: Hem fiziksel hem duygusal aşk. Aşkın bu türü tutkuyla doludur.
LUDUS: Bir oyun gibi oynanan aşk. Aşkın bu türünün en önemli parçası eğlencedir. Çiftler, bir araya gelmekten, karşısındakini etkileyip cezbetmekten hoşlanır. Ancak uzun süreli bağlılık sözü yoktur.
STORGE: Arkadaşlıktan doğan ve desteğe dayanan aşk. Güven dolu ve bağlılık gerektiren bir aşktır.
MANIA: Saplantılı aşktır. Duygusal iniş çıkışlar, kıskançlıklar hâkimdir.
PRAGMA: Kalbin değil aklın kontrol ettiği aşktır. Çiftler seveceği kişiyi mantığıyla seçer, kendisiyle benzer ilgi alanları, ortak değerleri olan birini arar.
AGAPI: Özverili, fedakâr, koşulsuz, bencil olmayan aşktır. Kişi kendini sevdiğine adar, karşılığında hiçbir şey beklemeden verir. Onu 'o' olduğu için sever.
Ana karakter - adını unuttum - belli bir zamana kadar aşkın bütün hallerini bulup bir kitaba yazmakla yükümlü. 6 tür olduğunu ve 280 sayfalık kısa bir roman olduğunu düşünürsek kitap için rahatlıkla tamamen aşk üzerinden gidilmiş diyebilirim. Agapi bu açıdan yeni bir tatlıyı denemek gibi oldu. Her ne kadar tatlı sevsem de ağır olanları yiyemiyorum yarım kalıyor. Agapi minik ama çikolata dolu bir tatlı gibiydi diyebilirim. Bitirince duvara boş boş bakıp aşık olmam lazım dedim. Bahsedilen öylesine değil gerçek bir aşk çünkü. Çoğu insan yalnız kalmamak için sadece hoşlandığı ya da etkilendiği birine aşık olduğunu düşünüp aşık rolüyle yaşıyor ama bunun farkında bile değil. o_o Kitap bu açıdan kalbinizi aşka açın diyor işte ne bileyim sağlam bir yaklaşım olmuş. Tabi öyle günlerce etkisinde kalıp zombi gibi dolaşmama sebep olacak kadar vurucu değildi ama hatırladıkça güzel bir günün anısını düşünüyormuş gibi hissediyorum. Geri planda kalan mistik bir yanı da var, nesilden nesile geçen yetenekler ağır cadı triplerine girilmeden herhangi bir gen aktarımı gibi gösterilmiş. Yine de yazarın karakterlerini belli bir yüzeysellikte tuttuğunu söylemeden geçemeyeceğim. Belki kitap 280 değil de 380 sayfa olsaydı bu yüzeysellik dağılırdı belki de bu sefer tatlı ağır gelirdi bilemedim şu an. Öneren arkadaşa tekrar teşekkür ediyorum, okumam gereken kitaplardan biriymiş Agapi.
Can Yayınları'nın Gotik - Romantik serisini keşke set olarak alsaydım diyorum. Şiirsel anlatımı bozmayan kaliteli çevirileri var ve kapak tasarımları çok hoş. ^^ Undine ve Gece Tabloları'ndan sonra Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi ile setin üçüncü kitabını almış oldum. Kitap için söyleyeceğim ilk şey şu ki gerçekten tam bir labirent. Kısa olmasına rağmen tüm o tesadüfler, entrikalar, oradan oraya kaçmalar ve benzeri her şey hem çok basit hem de o kadar karmaşık ki okurken neye uğradığımı şaşırdım. Yazar dönemine kıyasla hoş bir hikaye yazmış, eminim dönem okuyucuları fazlasıyla şaşırarak okumuştur ama çoğu tesadüf günümüz okuyucularının klişe diyeceği şeylerden oluşuyor. Gotik türü içinde değerlendirdiğimde ise gerçekten başarılı bir eser olduğunu söyleyeyim. Genelde gece geç saatte okuduğumdan ara ara ürperdim eheheh hayaletler her yerde. :3 Kitabın kırsal alan mekanları bile şatonun uzantıları gibiydi. Sürekli birilerinin bayılması ise ilginç geldi, eğer kitap gerçekten dönemin davranışlarını yansıtıyorsa kadınlar en ufak şeye baygınlık geçiriyormuş ne garip . =D Erkeklerse genel olarak açılmayan paslı kapılara omuz atmakla meşgul. Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi kısa ama türünün sevenlerini tatmin edecek bir kitap. Şimdiki arayışım aynı türde yazılan ama güçlü kadın karakterleri barındıran kitaplar üzerine, sanırım Carmilla öyleydi.
Agapi ve Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi mart ayında okuduğum iki güzel kitap oldu. Bugün Sana Gül Bahçesi Vadetmedim'e başlayacağım, uzun zamandır merak ettiğim bir kitaptı. Bu arada aklıma gelmişken söyleyeyim, dün bir kitap yorumuma adsız biri tarafında komik bir yorum gelmiş. Kitap incelemelerimle hiçbir zaman övünmedim hatta çoğunu çok kötü bulduğumdan kaldırmak istiyorum ama yine de tutuyorum. Sanırım yaşça küçük birisi o yüzden yayınlama gereği duymadım. Ama benzeri bir durum tekrarlansın istemem. O yüzden lütfen internetteyim rahatım diye düşünerek yazmayın, karşınızda insan var. :D Bunu da belirterek yazımı sonlandırıyorum, herkesle iyi günler, dikkat edin kendinize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder