Herkese merhaba! Geçen hafta bir okuma maratonuna başlayacağımdan söz etmiştim. 25 eylüle kadar her hafta farklı temalarda okuyabildiğim kadar çok kitap okuyacak, bu sayede yüksek lisans yoğunluğuna girmeden önce bol bol kitap okumuş olacaktım. Okuma maratonuna başladığımı bilmeyenler buraya tıklayarak yazısını okuyabilirler. İlk haftamı geride bıraktım ve sonuçtan memnunum. Türk Edebiyatı kitapları okuduğum bu hafta için fotoğrafta gördüğünüz 10 kitabı seçmiştim. Son anda ufak bir değişiklik olsa da maratonun ilk kısmını on kitap okuyarak tamamladım. O halde neler okumuşum gelin onlara bakalım. ^.^
Okuma maratonuna Yaşar Kemal'den Allah'ın Askerleri ile başladım. Yazarın lisede iki kitabını okumuştum. O zamandan beri de farklı kitaplarına maalesef geçemedim. Maraton vesilesiyle tekrar okuyabildiğim için mutluyum. Allah'ın Askerleri İstanbul'un sokak çocuklarını anlatan bir kitap. Görmedigimiz yerlerde yatıp kalkan, bir orada bir burada olan çocukların göçebe hayatları. Bir şey arıyormuş gibi oradan oraya gitmişler, bazen kaybolmuşlar bir daha gören olmamış. Gözümüzün önünde yürüyorlar ama görmüyoruz işte. Bakıyoruz sadece, sakınıyoruz bazen. Yaşar Kemal'in konuştuğu çocukları anlattığı kitap ben de bu hisleri uyandırdı. Bir süre sonra yeniden uykuya dalacak olan hisleri. Çünkü sokak çocukları da kaybolacak yine, kısmetlerini, ekmeklerini başka yerlerde arayacaklar.
Bu arada, Yaşar Kemal'in betimlemelerini seviyorum ama bazen ağır gelebiliyor. Rahmetli bütün dünyayı aynı anda görebiliyormuş gibi yazmış. Onunla aynı anda göremeyince okuma aksıyor. Yine de Türkiye'nin en güçlü kalemlerinden biri olduğu kesin.
"Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır."
Anlayamadım bu sözü önce, kitabı yarılayana kadar anlayamadım. Ana - baba sevgisini çocukken coşkuyla hissederdik, şimdi solmuş sanki. Kuşlar Yasına Gider ile babanın ne olduğunu hatırladım. Küçükken uzun süre evden uzak kaldı diye hastalanırsın, dut ağacının asla yetişemeyeceğin dallarına uzanır, en güzel meyveleri senin için koparır baba. Onun gideceğine, yaşlanacağına nasıl inanayım, nasıl veda edeyim?
Zaman geçiyor, türküler bitiyor. Hasan Ali Toptaş kendi kültürümüzü en ince detaylarına kadar o kadar güzel anlatmış ki tarif etmek için yazı dilim yetersiz kaldı. Uzun yolculuktasınızdır, güneş batmak üzeredir. O esnada bir ırmağın yanından geçerken ırmak bitmesin, dağların ortasındaki güneş hemen batmasın dersiniz ya öyle bir şey işte. O an ki huzuru içinize çekerken hissedilen buruk mutluluğu alıp üstüne büyülü bir dil katın, öyle bir şey işte.
Hasan Ali Toptaş'ın büyülü kaleminin etkisindeyken Yusuf İle Züleyha'ya başladım. Kitap uzun zamandır kitaplığımda okunmayı bekliyordu. Çevremde Yusuf İle Züleyha'yı okuyanların çoğundan olumlu yorumlar duydum. O yüzden biraz yüksek beklentiyle başladım. Ancak pek bana hitap eden bir kitap değildi. Şiirsel dili başlangıçta ilgimi çekti ama sonra yer yer abartılı gelmeye başladı. Kitap tasavvufa dair şeyler içeriyor, güzel yanı buydu. Hoşuma gitmeyen şey ise tasavvufun süslenerek aktarılmasıydı. Bu açıdan bir uyumsuzluk hissettim. Züleyha'nın boy aynalarını kaldırıp sadece yüzüne bakmayı istemesi gibi ben de tasavvufu olabildiğince sade okumak isterim. Böyle dedim ama yazarın dili akıcı, duraksamadan okunuyor.
Bu arada kitaba hastane koridorunda başladım. Yanımda yatılı hasta olduğu belli olan, tekerli sandalyede sırasını bekleyen yaşlı bir teyze vardı. Ne okuyorsun diye sordu, sesim ortamın huzursuzluğuyla cılız çıktı biraz. Duymayınca kitabı gönüne tuttum, biraz baktı sonra gülümseyerek güzel dedi. Çok duru mavi gözleri vardı. O güzel dediyse güzeldir diyerek bitireyim mini incelememi.
Okuma maratonu sayesinde kitaplığımda uzun zamandır bekleyen kitapları okuma fırsatı buldum. Onlardan biri de Aile Çay Bahçesi'ydi. Gerçekten bitmesini istemediğim bir kitaptı. Yazar işlediği konunun ağırlığını samimi bir dille yumuşatmış. Hafif rüzgarlı, parçalı bulutlu yaz akşamlarını aklımıza getirtecek bir roman yaratmış. Müzeyyen ve Çiğdem'i daha fazla tanımak, yaşlılıklarına kadar geçen süreci görmek istedim. Aile Çay Bahçesi, okuyan herkesin kendine ait bir şeyler bulabileceği ender kitaplardan biri. Ayrıca Yekta Kopan'dan okuduğum ilk kitaptı ve kesinlikle sonuncu olmayacak.
1002. Gece Masalları keyif alarak okuduğum bir kitaptı. Bazı hikayeleri çok sevdim, kimisini biraz biraz atlayarak okudum. İçlerinde en çok İhsan Oktay Anar'ın Ümraniye'de yaşayan bir vampiri anlattığı hikayeyi beğendim. Ümraniye'yi iyi bilen biri olarak orada bir şato ve vampir olması fikri çok komik geldi. Tabii ilçeyi bilmeyen biri hikayeyi basit bulabilir, olay Ümraniye'yi bilmekte bitiyor bence. İçi fantazya hikayeleri dolu bir Türk işi kitabı okumak her zaman nasip olmuyor. Fantastik severler sırf bunu deneyimlemek için bile kitabı okumalı.
Fantastik, bilim - kurgu ya da gotik türlerinden uzun süre uzak kalınca mutlaka o türden bir şeyler okuma veya izleme ihtiyacı duyuyorum. 1002. Gece Masalları'yla biten fantastik kotamı biraz doldurup yoluma Ahmed Arif ile devam ettim. Şiir bilgim maalesef çok sınırlı. Biraz Poe biliyorum, çok az da Lorca. Önümüzdeki hafta Pablo Neruda okuyacağım, böyle böyle geliştirmeyi umuyorum. Gelelim Ahmed Arif'e. Çok özel, çok şahsına münhasır bir şair olduğunu biliyordum. Annem çok sever Ahmed Arif'i. Kitabı sağ olsun o aldı. Benim de aklımdaydı ama aklımda o kadar çok kitap var ki, alınacaklar ve okunacaklar trafiğim karmakarışık. :3 Zaten okuma turuna da bu karışıklığı toparlayabildiğim kadar toparlamak için başladım. Ahmed Arif'e geri dönecek olursam, şuraya kitaptaki favori şiirimi iliştireyim:
Maviye,
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgârda âsi.
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Haydi gel,
Ay karanlık...
Şiiri önce Ahmet Kaya'dan sonra da Cem Karaca'dan dinledim. Cem Karaca'nın söylediğini daha çok beğendim diyebilirim. Vakit bulursam Ahmed Arif'in şiirlerini kendi sesinden de dinleyeceğim. Ayrıca kitabı tekrar okumak istiyorum çünkü anlayamadığım kısımları oldu. Şiir düz yazı gibi okunmadığından şiir okumaya alışkın olmayan bünyem bazı yerlerde tökezledi. =D O halde Ahmed Arif'e tekrar görüşmek üzere diyerek sonraki kitaba geçeyim.
Amat İhsan Oktay Anar'dan okuduğum ikinci kitap. İlki lisede okuyup hayran kaldığım Puslu Kıtalar Atlası'ydı. Amat'a en az Puslu Kıtalar Atlası kadar iyi bir kitap okuyacağım düşüncesiyle başladım. Bu yüzden beklentimin altında kaldı. Denizcilik terimlerine hakim olmadığımdan o kısımlar pek zevk vermedi. Aslında dipnot olarak terim anlamları iliştirilse güzel olurmuş, veya başta ya da sonra bir terimler sözlüğü olabilirmiş.
Beklentimin altında dedim ama kitabın efsunlu olduğu bir gerçek. Efsanelerde geçen yaratıkları yolda yanımızda yürüyebilecek doğallıkta gösteren kitapları seviyorum. Amat da bunlardan biri. Bana göre o gemideki herşey gerçekti. Keşke Puslu Kıtalar Atlası'ndan sonra yazarı çok ara vermeden okusaydım. Çünkü ilk okumamın etkisi yıllarla doğru orantılı artarak İhsan Oktay Anar'ı gözümde büyücü - yazar konumuna getirdi. Kendisinin büyücü olmadığını kabullenerek diğer kitaplarına çok ara vermeden devam edeceğim.
Osmanlı Cadısı maratondaki fantastik - bilim-kurgu depolama kitaplarımdan bir diğeriydi. Ayrıca okuduğum ilk yerli bilim-kurgu romanı. (Sanırım) Kitabı Amat'ın peşine okudum. Peş peşe Osmanlı dönemi kurgusu okumak sıkar mı acaba diye bir düşündüm açıkçası ama hiç de öyle olmadı. Çünkü kitap gerçekten akıcı. Yazarın üslubunu çok sevdim diyemem ama sıkılmadan okutturdu kendini. Bunda Türk Edebiyatındaki nadir bilim - kurgulardan birini okuyor olmanın da etkisi olabilir. Ahmet, Mehmet, Ayşe gibi isimler distopyayla birlikte olunca ortaya çok özgün bir karışım çıkıyor. Kitabın en sevdiğim yanlarından biri de İstanbul'un distopyasını göstermesi. Yaşadığım şehrin geleceğine bakmak güzel oldu. Böyle başka kitaplar yazılmış mı diye araştıracağım, varsa okumak isterim.
Peki kitapta neyi sevmedim? Geçişler zayıftı, kitabın en kilit noktası bence ışık hızıyla atlanmış gibiydi. Ne oldu orada diyerek tekrar okuduğum bir iki yer oldu öyle. Karakterlere de çok bağlanamadım. Bazen kitap karakterleri içlerine ruh üflenmiş gibi kanlı canlı olur. Osmanlı Cadısı'ndakiler öyle değildi, sadece kitap karakterleriydi. Ayrıca bir şehir plancısı olarak gözüme çarpan şeylerden biri de yazarın plancılara "Şehir Mimarları" demesi oldu. İçimden orayı plancı olarak düzelttim, neyse ki ileride yazar da plancı - planlama olarak bahsetmiş.
Osmanlı Cadısı genel olarak bakınca iyi ki okumuşum, değişik bir okuma oldu dediğim bir kitap. Umarım Türk Edebiyatında böyle kitapları daha çok görürüz.
Maratonun sürpriz kitabı Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz'di. (Amma uzun bir isim he) Takasla elime gelince okuyayım dedim. Böylece on değil on bir kitap okumuş olacaktım ama zamanım yetmediği için Yaşar Kemal'in bir kitabını listeden çıkardım.
Melisa Kesmez'in hikayeleri sağanak yağmur gibi, kısa süreli olsa da etkisi çok büyük. Dolambaçsız net cümleleri birden içinize işliyor. "Arif öldü" diyor karakter, Arif'in ölümü çok sevdiğim biri ölmüş gibi canımı acıtıyor. Kitap karakterleriyle özdeşmek için onu iyice tanımak gerektiğini düşünürdüm. Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz'den sonra bunun için birkaç paragrafın yetip de artacağını keşfettim. Kısa hikayede vurucu olmak kolay değildir, oysa bu kitaptaki hemen hemen her hikaye bende büyük yankı buldu. Kimisi hatırlamaya çalıştığım bir rüyanın tamamen zihnimde belirmesi gibi bir his verdi, kimisi kabullenemediğim bir gerçeği bilinçaltımdan çıkarıp önüme koydu. Favorilerim Şubat, Arif, Ada ve Anneannemin Takma Dişleri. Ortalama ve ortalama altı bulduğum hikayeler de vardı tabii ama etkileyici olanlar bana göre onların üstünü örtüyordu. Yazarın diğer kitabını da en kısa zamanda okumayı umuyorum.
Son kitabım da Dede Korkut Hikayeleri'ydi. Bu arada yazıyı buraya kadar okuduysanız teşekkürler, bitişe yaklaştınız. :D Dede Korkut Hikayeleri okurken gerçekten zorlandığım nadir kitaplardan biri sanırım. Başlamadan önce arkadaki 100 sayfalık sözlüğü görünce şaşırmıştım ama gerçekten gerekiyormuş. Sürekli arkayı açıp sözlüğe bakmaktan şiirsel kısımlardaki akıcılığı kaçırdım. Bakmasam tüm kitabı kaçırıyorum zaten. :D Bunun dışında hikayeler / masallar genel olarak aynı, savaşmak, öldürmek ya da rehin alınan birilerini kurtarmak üzerine. Deli Dumrul'u önceden bildiğim için en rahat onu okudum. Sonlara doğru sözlüğe bakmaktan sıkılınca anladığım kadarı kar kalsın diyerek bodoslama gittim. Eski geleneklerin bir kısmını öğrenme açısından bakınca faydalı bir okuma oldu diyebilirim. Mesela eskiden evlenen çiftin ilk gecesini geçireceği çadırın yerini belirlemek için erkek ok atıyormuş ve nereye düşerse oraya otağı kuruyorlarmış.
Dede Korkut Hikayeleri hadi eski Türk masallarını okuyayım diyerek öylesine okunacak bir kitap değilmiş, en azından bu baskısı değil. Araştırma - öğrenme amaçlı okumak için iyi bir kaynak olabilir. Eski Türkçe'ye hakim değilseniz sözlüğe önden göz gezdirmenizi tavsiye ederim.
Maratonun ilk kısmı böyle geçti. Yarın ikinci kısıma, Latin Amerika Edebiyatı'na başlıyorum. Tatile çıkacağım için istediğim verimlilikte bir okuma yapmam zor olacak ama elimden geldikçe seçtiklerimi bitirmeye çalışacağım. Marquez'i gerçekten özledim, onun en azından iki kitabını okurum. Ayrıca bu hafta Isabel Allende ile tanışacağım, kendisi gerçekten merak ettiğim bir yazar.
Okuma maratonu part 1 yazımın sonuna geldik. Yazımı beğendiyseniz beğen butonuna basmayı unutmayın. :D Şaka bir yana yorum bırakırsanız memnun olurum. Okuduğum kitaplardan okuduklarınız ya da merak ettikleriniz varsa benimle paylaşın, herkese musmutlu bir tatil dilerim.
İnanır mısınız, yazdıklarınızın bir cümlesini bile atlamadan, hiç sıkılmadan okuyorum ^^
YanıtlaSilBen teog'a hazırlanıyorum, pek kasmıyorum ancak hedefim de büyük elbette... Pek Türk Edebiyatı okumuyorum, bana da bir şeyler öneririr misiniz ^^
Ve MyAnimeList kullanıyor musunuz?
Öncelikle Teog'da başarılar. =) Ortaokul'dayken Türk Edebiyatı'ndan İpek Ongun okuyordum ama pek tavsiye etmem. Can Yayınları'nın çıkardığı çocuk kitaplarını da okuyordum, bazıları daha küçük yaşlara hitap ediyor ama ortaokuldayken de severek okuduklarım var. Sevim Ak kitaplarına bakabilirsin, bunun dışında Yaşar Kemal'den Üç Anadolu Efsanesi'ni tavsiye edebilirim. =)
SilOsmanlı cadısı ve Atları bağlayın .... kitapları uzun zamandır benimde merak ettiğim kitaplar. Özellikle Atları bağlayın... kitabının ismi çok hoşuma gidiyor bence çok orijinal. Eğer ki şiir kitabimi çikartirsam, muhtemelen bunun gibi orijinal bir ismi olsun isterim. Yusuf ile Züleyha yı seneler önce okumuş beğenmiştim. Şiirsel anlatımı severim. Ama gecen sene aldığım Nazan Bekiroğlu nun diğer kitaplarını o kadar beğenmedim. Şimdiki zamanla şiirsel anlatım yakışmıyor, ben yakıştığını düşünmüyorum. Her neyse 1002 gece masallarını sende gördüm ilk. Bayağı ilginç bir kitaba benziyor.
YanıtlaSilİki kitap da çok iyiydi, umarım en kısa zamanda okursun. 1002 Gece Masalları koleksiyonluk kitaplardan, her fantazya sever Türk okurunun incelemesi gerektiğini düşünüyorum.
SilAmat'ı merak ediyorum bende. Dede Korkut'u başka bir yayınevinden okumuştum. Sözlüksüz olmuyor gerçekten de.
YanıtlaSilAnlatımınız gayet güzel. Kitaplar hakkında yeterli bilgi var, meraklısına :)
Benim gibi büyük bir beklentiye girmeden okursanız Amat'ı beğeneceğinizi düşünüyorum, yazım hakkındaki düşünceniz için teşekkür ederim. =)
SilNe güzel maraton olmuş, zevkle okudum, birkaç kitabı not aldım :). Bir haftada bu kadar kitap çokkk güzel :). diğer maraton yazılarını da merakla bekliyorum o zaman :).
YanıtlaSilAraya bayram girince maratonda aksama oldu ama en kısa zamanda toparlayıp devam edeceğim. Düşüncelerin için teşekkürler, sevgiler. =)
SilTürk Edebiyatı haftam verimli geçti ama araya tatil girince baya bir yavaşladım, hız almaya çalışıyorum ama bakalım. :D
YanıtlaSil