Birkaç sene önce Tüylü Bir Şeydir Şu Yas'ı okumuştum. Yas tutmayı kara mizah tarzı ele almış, melankoli ihtiyacımı tam olarak doyurmayan bir kitaptı. Sonra bunu unuttum, geçtiğimiz günlerde birtakım şeyler için fazla üzgün olduğumu hissederken kitap tekrar gözüme çarptı. Rafta dursa belki de dikkatimi çekmezdi ama yeni kitaplıklar aldım ve tüm kitapları baştan aşağı diziyorum. (Henüz yarısını bile dizemedim.) İçimde geç kalmışlık ağırlıklı bir hüzün vardı, bunu yatıştırmak için benzeri bir duyguyu daha baskın gösteren bir şeyler okumak istedim. Ağlayan bebeği susturmak için daha çok ağlamak gibi. Neyse sonuç olarak kitabı tekrar okumak beni tatmin etmedi ve geçmeyen bir yas haliyle ortada kaldım. Bunu gidermek için ne okusam bilmiyorum, belki bir şeyler izlerim.
Tüylü Bir Şeydir Şu Yas beni Ted Hughes ile tanıştırmıştı. Kitabın hemen hemen her sayfasında adı geçiyor, biraz bunaltıcı aslında. Ursula K. Le Guin'i çok seviyorum ama bi' kitabım olsa sürekli onun adını geçirip, Ursula <3 Berfin havası veren cümleler kurmazdım. Yine de sahafta Doğum Günü Mektupları'na denk gelince aldım. Şu an kitaplığımın Çağdaş Edebiyat raflarından birinde duruyor. Ne zaman aldığımı hatırlamıyorum, geçen sene belki. Okumadım ama şairi az çok tanıyordum. Bunu düşünürken aklıma gerçekten tanıdığım ve tanımaya yakın olduğum yazarlar geldi. Mesela Angela Carter tanımaya yakın olduğum bir yazarken Shirley Jackson'ı tanıyorum. İkisi birbirine benzer bir tarza sahip, bu yüzden peş peşe hatırladım. Bu ikilinin yanında Ursula hiç belirmedi, Belki Clive Barker da eklenebilirdi ama Carter ve Jackson'ın siren büyüsü tarzına sahip değil.
Angela Carter |
Shirley filmini düşündüm, sonra yine Carter'a döndüm. Yazının başlığı onun tarzından geliyor. Uçlarda yazmak. Ne gibi, mesela Carter'ın bir öyküsünde okurken şok olduğum birkaç cümle vardı. Nekrofili temalıydı ve açıkça yazılmıştı En sevdiğim masallardan birinin farklı bir versiyonuydu. Hem korkunç hem de büyüleyiciydi. Oradaydı ve çekinilmeden yazılmıştı, etkilendiğim kısım bu oldu. Söylenmesi gereken bir şeydi belki de, kadınların yaşadığı korkunç şeyleri düşününce birkaç cümleden sakınmak yerine böyle apaçık yazılması daha iyi olmuştu. Edebi bir tatmin de yaşadım, kısacası çok iyiydi. Shirley Jackson bir benzerini kısa öyküsü Cadı'da yaptı. Öldürmek üstüne sert bir betimlemesi vardı, bahsedilen bir çocuğun ölümüydü. Carter'da hissettiğimi bu öyküde de hissetmiştim. Önce ufak bir şok, sonra edebi tatmin. İkisi de şahane yazarlar, yeteneği deliliğe kaçacak bir zekayla birleştikleri kalemleri var.
Bazen bir şeyler arıyormuş gibi okuyorum. Düzensizce, çantamda anahtar arar gibi. Sonra bahsettiğim tarz cümlelere denk gelince bulduğumu düşünüyorum. Birileri söylemek istediklerini yazma cesaretini gösteriyor. Bunu kişisel hayatıma yansıtıp kısa süreli bir bağlantı kuruyor, söylemek istediklerimi çoktan söylemişim gibi hissediyorum. Çünkü o cümleleri çoktan okudum. Sonra öyle olmadığının farkındalığı (sonradan kastım neredeyse hemen) geliyor ve arayışa devam ediyorum. Edebi tatmin bu noktada yol yakıtım oluyor. (Adeta bir lembas.) Geç kaldığımı düşündüğüm çok fazla şey var. Okumam gereken ama henüz okumadığım kitaplar, aradıktan sonra aranınca geri dönemediğim telefonlar, söylemek istediklerimi söyleyemediğim kişiler, izleyemediğim filmler diye uzayan bir liste. Bu arada geç kaldığım kitapları blogda ya da sosyal medyada çaktırmadan gizlice okuyup önceden okumuş gibi davranmayı planlıyorum. Kimse niye okumadın pü sana diye yargılamayacak ama kendi kendime ufak bir drama yaratmak istiyorum. Söylemek istediklerime gelince, kitaplarda aramaya devam edeceğim. Yas süreci içinse bir planım yok, Bronte Kardeşler'den tekrar tekrar okumalar yaparım belki. Yas tutmanın planı olur mu bilmiyorum, varsa tavsiyeye açığım. Son olarak yazıdan tamamen alakasız, Güç Yüzükleri'ni beğenmedim, izliyorum ama daha kötüsü de gelseydi Lotr Evreni'ne dönmek için izleyecektim zaten.