Haftalık izindeyim staj da başlamadığından evde dizi - film takılıyorum bir iki gündür. Şanssızlık ki geçen gece elektirikler kesildi ve uzun bir süre gelmedi. Üstelik o ara son bir saatimi korku filmi fragmanlarına bakarak geçirmiştim. Odada tek başıma karanlıkta kalmak pek hoş olmadı yani. :D Dün öğlen yine gitti ama aydınlık olduğundan kitap okudum gelene kadar. Beğendiklerim de oldu meh bu muymuş dediklerim de. Bu arada film izlemeden önce seçme aşaması tam bir işkence olduğundan her türde ki film önerileriniz kabülümdür, arayacağım vakitte iki film bitirirdim yeminlen.
Dört film izledim biri psikolojik gerilim - korku tarzıydı biri komedi biri dram diğeri de romantikti. Bakalım neler izlemişim ve hangilerine vakit kaybı demişim.^^
İlk film olan
May korku türünde geçiyor ama bana sorarsanız pek korkunç değil. Baş karakterdeki kızımız May diğer insanlardan daha farklı olduğu için sürekli dışlanmıştır ve hiç arkadaş edinememiştir. Tek arkadaşı annesinin ona küçükken doğum gününde hediye ettiği, kutusundan çıkarmaya bile kıyamadığı porselen bebeğidir. Tek isteği birisi tarafından değer görmek olan May bir gün aşık olunca insanların düşündüğü gibi olmadığını anlayacaktır.
Normalde adında korku geçen her filme tereddütlü yaklaşırım çünkü ya çoook korkunç olur gece uyuyamam ya da boğar, sıkar. May korkunç değildi boğmadı da ama izlemesem olurmuş hani. Aşık olduğu çocuğun mükemmel ötesi gülüşü olmasa kapatabilirdim dermişim. :P Bana biraz Carrie'yi hatırlattı, dışlanması ve farklı olması. Ama Carrie'de kızın bir suçu yoktu. Bu filmdeyse bazı yerlerde May'e sinir oldum. Yapmaması gereken şeyleri yapıp kabul görmeyi beklemesi bana saçma geldi. Ya da herkes aynı değildir sonuçta bir insanın sadece sana körü körüne bağlı olmasını bekleyemezsin. ( arkadaşlık ilişkilerinden bahsediyorum.) Mesela ufak bir spoiler vereyim isteyenler bu cümleyi atlayabilir ama cidden ufak.
Bir sahnede May sokakta birisiyle tanışıyor ve adam kıza cidden ilgi gösteriyor evine gidiyorlar. Sonra buzdolabında korkunç bir şey görüyor kim olsa korkup tabanları yağlar yani. May başlıyor ağlamaya hadi tamam her şey birikti diye ağladın ama kim olsa korkardı ve kaçmak isterdi oradan. (Yalnız resmen kıza kinimi kustum bu kadar sinir olduğumu fark etmemiştim. :D ) Tanıdığın kişilerin hepsi ama hepsi sende bir sorun olduğunu düşünüyorsa suçu o insanlara yüklemek saçma olur. May'in bunu anlayacak zekası vardı bence, zihinden engelli gibi gelmedi bana. Sadece tuhaftı, düzeltilebilirdi sanki. Belki de birileri ona yardım edip psikologa falan götürse sonuç böyle olmazdı. Sonuç olarak izlemeseniz de olur ama değişikti, dişi Frankestein'e merhaba diyin, kızımız dikiş konusunda çok başarılı.
Bu filmi izlemeyen bir tek ben kalmış olamam değil mi? Hakkında söyleyecek çok fazla şey bulamıyorum çünkü benim için her açıdan mükemmeldi. Bazı yerleri biraz fazla tesadüf geldi ama sorun etmedim. İzlemeyenler varsa sıradaki filminiz Milyoner olsun.
The Dictatör izlediklerim arasında en eğlenceli olanı. Wadiya Ülkesi'nin diktatör lideri olan General Aladeen'in Amerika'ya yaptığı yolculuk sırasında kaçırılması ve sakalı kesik bir şekilde kurtulup sokakta kalınca başına gelenleri anlatıyor. Adam sürekli öldürülme tehlikesi altında olduğundan yanında dublorü oluyor ve bu sefer o dublörü direkt başkan olarak medyaya gösteriyorlar tabii başkasının maşası konumunda. Baya komikti zaten Sacha Coren canlandırmış. LYS sonuçları moral bozucu gelenlere, iftar saatine kadar oyalanacak bir şey arayanlara tavsiye ederim. ^^
Okuyucuya not: Devamını oku kısmından sonrası izlemeyenler için spoiler olacak. Melekler Şehri'ni küçükken izlemişliğim var ama aklımda bölük pörçük sahneler kalmıştı. Aşk ve Gurur'dan sonra istediğim gibi bir film bulamamaktan korkuyordum ve öyle de oldu. Bu film beni ciddi manada mahvetti, sinir etti. Konunun temeli ne, aşk. Aşkı uğruna Seth neler yapıyor, nelerden vazgeçiyor izliyoruz. Oralara kadar bir sorun yok her şey istediğim gibi ilerliyor. Çoğu sahnede duygulandım, son anlarına kadar memnundum filmden. Sonra pat diye öyle bir şey oldu ki senaristlere ne desem bilemedim. Ve işin asıl sinir bozan kısmı yaşanan kötü olay değildi onun sonrasında olanlardı. Sen filmi aşkın tüm imkansızlıklara rağmen engel tanımayacağı üstüne ilerletiyorsun sonundaysa yerin dibine batırıyorsun. Benim için bu duygulara yapılan bi' hakaretti, yıllar sonrasını gösterse belki o zaman kabul edilebilir olur ama bu son tam bir fiyasko olmuş. İnsanlar sevgilisinden ayrılınca bile uzun süre etkisinden çıkamıyor hayata küsüyor ama Melekler Şehri'nde bu yok, öyle büyük bir aşk o kadar kolay geri plana itilemez, hiç bir insan itmez.