25 Aralık 2015 Cuma

Yılbaşı Çekilişi

57 yorum:

Büyülü Ayraç olarak geç de olsa yılbaşı çekilişini başlatıyorum. ^.^ Eski çekilişlerimde genellikle kendi kitaplarımdan verirken bu sefer daha farklı, daha güzel olsun diyerek  bir yılbaşı kutusu konsepti yapmaya karar verdim. Bu kutuda ilk olarak resimde bulunan kitaplardan seçeceğiniz biri olacak. Ayrıca kutuya Metis'in çok sevimli bulduğum 2016 ajandasını da koyacağım. Bunun dışında bana şirin gelen kırtasiye ürünü, ayraç, kupa, atıştırmalıklar, mum gibi gibi eşyaları koyup hediyeyi sahibine göndermek üzere hazırlayacağım. Konsept tabii yılbaşı ve kış odaklı olacak, henüz içine koyacaklarımı almadım ve şimdiden çok heyecanlıyım. ^_^  Kitapları anketteki oylamaya ve şu aralar merak ettiklerime göre seçmeye çalıştım. Büyük ihtimalle kazanan kişiye istediği kitabı gönderirken aynısından kendime de sipariş edeceğim. :D (Lola ve Komşu Çocuk hariç tabii onu okumuştum) Seçtiklerimden en çok Tespih Ağacının Gölgesi'ndeyi merak ediyorum, yıllar sonra gelen bir Harper Lee kitabı beni baya mutlu etti doğrusu. Kazanan kişi onu seçmese bile kendim için sepete atarım artık. =) Bu arada kutu için istediğim şeyleri aldıkça postu güncelleyeceğim, instagram hesabımdan da paylaşırım büyük ihtimalle. ^^ 

Şartlara gelecek olursam tek zorunlu isteğim blogumu takip etmeniz. Diğer seçenekler çekiliş için ekstra hak kazanmanızı sağlayacak. Katılım sadece Türkiye için geçerli, kargo ücretini tabisi ben karşılayacağım. :D Çekilişi Rafflecopter ile düzenliyorum kullanımı zaten çok basit ama yine de sıkıntı yaşayan olursa yorum atarsa yardımcı olurum. Son katılım tarihi 15 ocak olacak. Bitimi finallerime göre ayarladım ki rahat rahat kargoyu gönderebileyim. Umarım seçtiğim kitaplardan ve konseptten memnun kalmışsınızdır şimdiden herkese bol şans! :) 



a Rafflecopter giveaway

Okuma Günlüğü #3

8 yorum:
Uzun bir aradan sonra merhaba kitapkurdu dostlarım. Ne zaman artık bloga düzenli yazacağım desem peşine en az bir 10 gün boyunca yazamıyorum. Okul bitince ve sadece çalışma hayatım olunca bloga daha düzenli gireceğim inşallah. :3 Yazının başlığı okuma günlüğü ama o kadar az kitap okuyorum ki anlatamam. Yaklaşık 3 haftadır Lauren Kate'in son kitabı olan ve kötü meleğimiz Cam'in aşk hikayesini konu alan Unforgiven'ı okuyorum. Kitabı sadece otobüs ve vapurda okuyabildiğim için bitmedi, uzun sürmesinde orjinal dilinde olmasının etkisi de var tabii. İngilizcem çok iyi değil o yüzden biraz ağır ilerliyorum. Cam & Lilith ikilisinin aşkı biraz Luce ve Daniel'a benziyor, okuyucunun karşısında yine kim olduğunu bilmeden yaşayan bir kız var. Cam ise onu kendine tekrar aşık etmek için çabalıyor, bunu yapabilmek için on beş günü var falan. Düşüş Serisi'ne lise birde başladığım için hayran olmuştum ama şimdiki hikaye bana biraz fazla klasik amerikan filmi lise hikayesi gibi geldi. O açıdan sıkıldım diyebilirim. Kitap bayadır elimde o yüzden artık hız alıp bitirsem çok iyi olacak. Haftaya jürim & ödev teslimlerim ve finallerim olduğundan evde oturup rahat rahat kitap okumaya vaktim pek yok. Ağırdan devam ederek sömestr gelmeden bitiririm belki ya da gaza gelip yeni yıla yeni kitapla girmek adına bitirebilirim de bilemedim şu an. *.*


Geçen hafta Ukitap aracılığıyla yeni bir takas gerçekleştirdim, evdeki okumadığım kitaplarımı verip merak ettiklerimi almak ve bunu sadece düşük bir kargo ücreti ödeyerek yapmak güzel oluyor. Asude'den Gül ve Avcı ile Cadılar Zamanı'nı verip Tatlı Şeytan & Tatlı Tehlike ikilisini aldım. Yakın zamanda toplu bi' takas daha gerçekleştireceğim, yılbaşına yakın gelen kitaplar yeni yıl hediyesi gibi oluyor. =) 


Yılbaşı çekilişine gelecek olursam, bayadır başlatamadım o yüzden kusura bakmayın. .:ı Madem böyle geciktirdim o zaman güzel bir kitap vereyim diyerek sizi daha mutlu edecek şirin küçük şeylerle dolu paket ile yeni kitapların birkaçından birini seçme şansınızın olacağı bir çekiliş yapmaya karar verdim. ^_^ Eskiden ukitapta takasa koyduklarım arasından verirdim ama bu sefer yepyeni bir kitap göndereceğim, hazır çalışıyorken azıcık paraya kıyacağım yani. :D Bugün bütün gün evdeyim, çekiliş görselini düzenleyip paylaşacağım o yüzden takipte kalın. =)


Son olarak size danışmak istediğim bir şey var. Dün severek takip ettiğim bloglardan biri olan Renkli Kitap'ta Kawaii Box uygulamasına denk geldim. Her ay 18.90 dolar ödeyerek içinden 10 - 12 parça şirin kore - japon ürünlerinin çıktığı bir kutuya sahip oluyorsunuz. Değer mi değmez mi çok kararsız kaldım sizce alsam mı? :3 Bana kalsa direkt altı aylığa abone olacaktım ama kendimi biliyorum sonra sıkılmak istemiyorum. Üç aylığa abone olsam mı yoksa bir ay alıp bir heves mi gidersem yoksa hiç mi almasam ne yapsam bilemedim. :D 

Bir yazımı daha burada sonlandırıp anketten çıkan sonuca göre kitap çekilişini hazırlamaya gidiyorum, akşam olmadan yeniden buralarda olacağım şimdilik hoşça kalın ^_^

10 Aralık 2015 Perşembe

Kitap İncelemesi: Okuldaki Sır - Queenie Chan

3 yorum:

Herkese merhaba!  Kitap incelemesi yapmayalı uzun zaman olduğunu fark ettim hoş gerçi doğru düzgün okuyamıyorum ki incelemesini yazayım. :3 Kitap okumam yavaşladığı zaman genellikle hızlı gideceğinden emin olduğum bir şeye başlıyorum. Okuldaki Sır da böyle olacağını düşünerek başladığım, üç kitaptan oluşan bir çizgi - roman serisi. GR'den anladığım kadarıyla orjinali mangaymış ama çevirisi o formatta yapılmamış. Manga formatını daha çok seviyorum böyle çok farklı bir şey okuyormuş havası yaratıyor. Kimisi de mangayı garip bulup okuyamıyor vs. tercih meselesi sanırım. Seriyi Ukitap'ta yaptığım bir takasla almıştım, o zamanlar çizgi - roman aşkım kabarmıştı. Sevdiğim türde çizgi - roman, manga arayışındaydım ama Okuldaki Sır'ı duymamıştım bile. Takas yaptığım kişi elinde böyle bir seri olduğunu söyleyince biraz araştırdım, yatılı okula başlayan ikiz kız kardeşlerin yaşadığı esrarengiz olaylarla alakalı olduğunu öğrenince tabii hemen kabul ettim. Bu dediğim bir sene öncesi bile olabilir açıkçası kitaplar elime ne zaman geçti hatırlamıyorum ama çizgi - romanlara olan aşırı ilgim sönükleşince okunmadan öylece kaldılar kitaplığımda. *-* Geçenlerde çabuk okuyabileceğim değişik bir kitap ararken arka taraflarda bir yerlere koyduğum seriye denk gelince başlayayım dedim. ^^  Okuldaki Sır'a başladığımda dikkatimi çeken ilk şey çizimlerin harikalığı oldu. Özellikle bölüm başlarına koyulan viktorya tarzı kabarık elbiseli donuk bakışlı kızları çok beğendim. Güller dikenler falan bana biraz Vampire Knight'ı hatırlattı. :3 



Serinin ilk kitabı ikiz kardeşlerin yatılı okula gitmesiyle başlıyor. Okul merkezden bir hayli uzakta, dev bir ormanın içinde. Yaşlı ve batıl inançları olan bir müdiresi var. İkizlerin uğursuzluk getireceğine inanıyor bu konuda baya bir söyleniyor ama pek takılmıyor. İlk atmosfer korku filmi başlangıcı gibi geliyor. Hiç ikiz arkadaşınız oldu mu bilmiyorum ama benim ilkokulda tanıdığım iki tek yumurta ikizi vardı. İkizlerin biri sessiz ise diğeri çok konuşkandı falan, sanki karakter olarak birbirlerini tamamlıyorlardı böyle psişik mistik bir şeydi. :D Okuldaki Sır'ın ikizleri de tanıdığım ikizler gibi birbirlerini tamamlayan karakterlere sahipler. Jeanie daha konuşkan ve arkadaş canlısı biri ama Amber onun aksine sessiz ve içine kapanık. Her anlarını birlikte geçirmiş olsalar da bu farklı yapıları onların çok samimi olmasına engel olmuş. Evleri satılınca geldikleri yatılı okul, ailelerinden uzak olmaları vs yakınlaşmalarını ve birbirleri hakkında bilmedikleri şeyleri öğrenmelerini sağlıyor. Özellikle son kitapta açıklanan bir durum vardı okurken baya şaşırmıştım. *-*

Efendim bu Japonlar işi biliyor. Seri kesinlikle gizemli başlayıp sonradan Scooby Dooby Doo'ya dönüşen bir hikaye değil. Başından sonuna ürperten ve karanlığını devam ettiren bir öykü var karşımızda. Açıkçası ikinci kitabın sonralarına doğru saçma bir yola girecek diye korkmuştum ama öyle olmadı. Sonu hakkında çok konuşmak istemiyorum, garipti gerçekten. Okuyanlarınız varsa aslında hikayedeki değişimler hakkında konuşmak isterim. 

Maalesef çeviride rahatsız olduğum şeyler vardı. Örneğin "değil mi" yerine "diil mi" yazılması beni rahatsız etti. Orjinal hali de sokak diliyle mi yazılmış bilmiyorum ama Türkçe çevirilerde böyle şeylerden hoşlanmıyorum. Birden çok tekrar ettiği için gözüme battı, keşke öyle yapmasalarmış.


Okuldaki Sır hakkında çok bir şey yazmak istemiyorum, okumak isteyenlere spoiler verip heves kaçırmak istemem. Beğendiğim kolay okunabilen bir çizgi - romandı, blogumun sıkı takipçisiyseniz yatılı okulda geçen hikayelere ayrıca bayıldığımı biliyorsunuzdur. Soğuk havalarda iyi giden bu karanlık hikaye çizgi - roman severlerin ilgisini çeker diye düşünüyorum. 

29 Kasım 2015 Pazar

Okuma Günlüğü #2

Hiç yorum yok:
resim buradan http://rebloggy.com/post/cat-cats-book-books-cats-and-books-cat-sleeping-cat-and-book-cat-sleeping-on-boo/63200609542
Buralarda bir blogum varmış da haberim yokmuş, yazmayalı 36 gün olmuş. Sanırım staj - iş arasında sıkışıp kaldığım 2014 yazından sonra ilk defa bu kadar uzun bir süre boyunca yazı girmedim. Yeniden işe başladım, bir buçuk aydır okul iş arası mekik dokuyorum, üstelik bu seferki hem evime hem de okula biraz uzak kalıyor. Olsun, çalışmak evde kös kös oturmaktan iyidir diyerek kendimi avutuyorum ama hadi bakalım. :3 Bu süre zarfında az da olsa kilo verdim, eski işime göre daha hareketli bir yerdeyim hep ayaktayım vs tüm bunlar bana kalori yakımı olarak geri dönüyor tabii heheheh. Birbirimize destek olalım arkadaşlar kış bitiminde fazlalıklarımızın çoğunu atmış olalım inşallah. ^.^

Bloga giremesem de instagram hesabım üzerinden olabildiğince aktif olmaya çalıştım. Okuduğum kitapları, yaptığım takasları, aldıklarımı vs. instagram hesabım üzerinden paylaşıyorum genelde. Blog yazısı yazmak fotoğraf paylaşıp altına üç beş şey karalamaktan daha zahmetli oluyor, mesela bu yazı için en az 45 dakikamı ayıracağım ki ona rağmen ortaya ahım şahım bir şey çıkmayacak. :D O yüzden ne okuduğumu güncel olarak takip etmek isterseniz instagram hesabımı da takip edebilirsiniz. ^^














Kasım ayının başında Stephen King - Medyum'u okumaya başlamıştım. Kitap biraz elimde süründü sonra da okul için okumam gerekenler araya girince yarım kaldı. Sokratesin Savunması, Ten ve Taş: Batı Uygarlığında Beden ve Şehir aldığım seçmeli dersler için yazı teslim etmem gereken kitaplardı. Son sınıf olmama rağmen bölümümle alakalı pek fazla kitap okumadığımı fark ettim. Bitirme ödevim de geliyorken ve İdefix'te fuar kampanyası varken birkaç kitap seçtim pazartesi sipariş edeceğim. Kasım ayının başında Ukitapta yeni bir takas yaptım, Otomatik Portakal, 1002. Gece Masalları ve Akşam Yemeği'ne karşılık olarak başıma ağrılar sokan Titus Groan'ı verdim gitti. :D Özellikle Otomatik Portakal'ı aldığıma çok sevindim. ^.^  Akşam Yemeği belki bir süre kitaplığımda bekleyebilir ama diğer ikisini en kısa zamanda okumak istiyorum. Bu arada aldığım şöyle bir karar var. Bundan sonra haftada en az bir kitap bitireceğim. Düşününce çok durmuyor ama plansız okuyunca ayda dört kitap bile bitiremiyorum zaten. :ı  Bu ay okuyacaklarımın bir kısmı biraz ince olduğundan belki altı - yedi kitap okurum hadi bakalım. Yalnız şöyle bir sorun var ben daha önce hangi kitaba başlasam karar veremedim. :D Tehanu ve Medyum yarım kalan kitaplarım, onları mutlaka bitirmek istiyorum. Ama okul kitaplarından yeni çıkmışken biraz kafamı dağıtıp yeni bir başlangıç yapasım var. Başlamak istediklerimi bir sıralayayım beraber karar verelim. : Beş Sevim Apartmanı, Tehanu, Medyum, Pabucumun Ajanı 2 ve Saklı Bahçe. Aslında bu aralar güzel bir historical romance okuyup dinlenesim var, Kütüphanemden Kitap Manzaraları bana bu konuda öneri verirse çok mutlu olucam. ^_^ 
Sağdakiler Orkinos Yayınları'ndan gelen sürpriz kargodan çıkanlar. Kafam çok dolu olmasa hemencecik Gölgedeki yıl'a başlayabilirdim ama dramları sömestır tatiline saklayayım diye düşündüm. Karmaşanın ortasında gelen şirin kitaplar insanı  o kadar mutlu ediyor ki anlatamam. Orkinos Yayınları'a tekrardan teşekkürler, diğer yayınevleri de onları örnek alsın bence. =P

Kitap alışverişi yapacağım demiştim, pazartesi günü alacağım kitaplara çizgi -roman ve historical da koysam mı diyorum. Gözlerindeki Canavar, Şemsiye Akademesi ve bir de bi' tane daha vardı bir serinin ilk çizgi - romanı adı bişey bişey Camlar Konağı'ydı bak unuttum. :D Onları da alsam mı almasam mı kararsızım. Siparişin en güzel kitabı sanırım Ursula ablamızdan Karanlığın Sol Eli olacak. Bazen kitap bakarken ara ara girip Ursula Le Guin'e bakıyorum ölmüş mü sağ mı diye. Saçma gelebilir ama Marquez'den sonra sevdiğim yazarları daha bir kollar oldum. Yaşını başını almış kadın ama gitmesini hiç istemiyorum. Umarım upuzun bir süre boyunca daha bizimle burada kalır. Böyle ama çok uzun baya uzun bir süre. ^^ 

Yazıyı burada bitirip yarınki jürime hazırlanmak üzere gidiyorum. Önce çayımı tazeleyeyim soğudu zaten baya. Dışarıda çok güzel bir yağmur yağıyor, aslında en güzeli gecenin derinlerine kadar kitap okumak olurdu. Biraz Friends izler sonra kitabıma geçerdim. Yarıyıl tatilini iple çekiyorum sevgili okur, eminim öğrenci olan kesim de benim gibi hissediyordur. Umarım pazar gününüz çok güzel ve verimli geçmiştir, umarım artık daha sık girerim bloga. Herkese bol kitaplı günler, iyi akşamlar. ^_^


23 Ekim 2015 Cuma

Crimson Peak, Guillermo del Toro'nun Hayaletleri

1 yorum:

Herkese merhaba, bloga girmeyeli yine yüzbin yıl olduğunun farkındayım. Maalesef bu aralar pek kitap okuyamıyorum. Ah o Titus bir geldi bütün okuma düzenimi altüst etti. o_o  Penguen Gruptan inceleme için istediğim bir kitap geçen gün elime ulaştı, belki bu gece ona başlarım. ^^ Öyle yani, okuyama sorunum aldı başını gidiyor, durdurabilen olursa sevinirim. :3 Bu ufak girişten sonra asıl konumuz olan, uzun zamandır büyük bir istekle beklediğim Crimson Peak'e döneyim.  Guillermo del Toro, Pan'ın Labirenti'ni izlediğimden beri hayranlık duyduğum senarist & yönetmenlerden biri. Hatta en sevdiğim diyebilirim. Kendisi tam bir hayalperest olmakla beraber, çektiği filmlerde kullandığı tarz küçükken deliliğin dağlarında periler tarafından büyütülmüş bir çocuğunki kadar sıradışı. O yüzden Crimson Peak'i ilk haberleri çıktığı zamandan beri takip ediyordum. Gotik - romantik türüne duyduğum hayranlığı blogumda fazlasıyla dile getirdim, Toro'nun bu tarz bir filmde harikalar yaratacağını biliyordum. ^.^ Bekle bekle derken nihayet geçen pazartesi Crimson Peak'i izleme fırsatı buldum. Aslında ilk günden bir inceleme yazısı yazmak istiyordum ama filmin baya etkisinde kaldığımdan biraz bekleyip öyle gireyim dedim. Temelini hayaletlerden alan hikayesiyle  film, korkunun estetikle buluştuğu yere nokta atışı yapmış, gotik - romantik türünün hakkını vermiş bir yapım. *-* İzlerken yer yer aklıma Uğultulu Tepeler geldi, Guillermo del Toro konusunun temelindeki bazı şeyleri Emily Bronte'den esinlenmiş olsa gerek. ^^


Guillermo del Toro'un hayaletleri görünüm olarak korkunç, ruh olarak acı içinde olan yaratıklar. "Hayaletler gerçek." mottosu filmin her anında kendini belli ediyor. Kullanılan mekanlar öyle bir yaratıcılık eseri ki her çeşit doğaüstü varlığa ev sahipliği yapabilir. Kısacası temeli sağlam bir yapıt var karşımızda. Crimson Peak'in gotik kısmı için hikayenin temeli, romance içinse süslemesi diyebiliriz. Yönetmenin yaratıcılığına toz kondurmam ama hikayenin aşk kısmı bana birazcık zayıf geldi. Kurgunun karanlığında pek parlayamamış mı desem ne desem bilemedim. Tabii oyuncu seçimleri şahane olduğundan bu dediğim öyle çok göze batan bir durum değil. ^^ 

Crimson Peak'i mutlaka izle sevgili okuyucu, vizyondan kalkmadan sinemada izle hatta. Çatısından kurumuş yaprakların süzüldüğü malikanesi, duvarlarda gezinen kocaman güveleri, koridorla süzülen ölmüş bir annenin hayaleti, arka plandaki vahşet ve bu vahşetin gebeliğinden sakat doğan aşkıyla Crimson Peak - Kızıltepe yağmurun fırtınaya dönüştüğü şu günlere gerçek anlamda yakışan nadir yapımlardan biri. 

13 Ekim 2015 Salı

American Horror Story Hotel - Episode 1

Hiç yorum yok:


American Horror Story'nin resmi sayfaları, Freak Show sezonu bittikten kısa bir süre sonra 5. sezon temasının Hotel olduğunu duyurmuştu. O zamandan beri yeni sezonu bekledik ve nihayet ilk bölüm yayınlandı. Açıkçası beşinci sezona başlarken biraz isteksizdim. Jessica Lange'in kadrodan çıkması dizi için büyük bir kayıp oldu. Pek sevemediğim AHS Coven'ı bile tek başına yürütebilecek kadar şahane bir oyuncunun diziyi bırakması eminim ben dahil pek çok American Horror Story izleyicisini üzmüştür. (Ama beni çok çok üzdü. :(( ) Bu senenin kadrosu bakıp bakıp Maşallah diyecek kadar çok ünlü isim barındırıyor. Açıkçası nereden esti de kadroyu bu kadar büyüttüler merak ediyorum. Özellikle Lady Gaga'nın diziye dahil olması biraz canımı sıktı. Umarım bu sezon bize Hotel ayağına "American Horror Story - Lady Gaga" izletmezler. Promolar da öyleydi zaten. -_-


Dizinin ilk bölümü hakkında ne düşündüğüme gelecek olursam... Freak Show'da konuk oyuncu olarak yer alan Wes Bentley'nin kadroya dahil olmasına gerçekten sevindim. Evan Peters'ın yerine onun ana erkek karakter oyuncu olarak yer alması beni rahatsız etmedi. Dizinin kasvetli havasına uygun, rahatsızlık hissiyle dolanan bir dedektif olarak karşımıza çıkan Bentley Hotel'in kilit karakterlerinden biri. Bu sezon hem Jessica'nın gitmesi, hem de dört sezondur ön planda olan Evan Peters'ın yerini başkasının alması diziyi değiştirmiş. İyi mi yoksa kötü mü olduğunu zamanla göreceğiz.

AHS Hotel'in en önemli olayının Lady Gaga olduğunun farkındayım. Her ne kadar sinir bozucu olsa da durum böyle. Kadının seveni çok, dolayısıyla dizinin izleyici sayısını yükseltiyor. İlk bölümden kötülemek istemiyorum ama izlerken Lady  Gaga'nın  AHS ruhuna yakışmadığını hissettim. İğreti duruyordu böyle gereksiz cool tavırlar falan. Bu dizi sadece Freak Show'da değil, bütün sezonlarda ucubelik durumu üstünden gitti. İlk bölümde ucube kelimesi yine geçiyor yani temelde durum aynı. Ama bu seferki karakterler geçmiş sezonlardaki doğal halden ziyade özenti bir tavır takınmışlar. Kesin bir şey demek için çok erken tabii, bakalım Lady Gaga American Horror Story ile bütünleşebilecek mi :3 


İlk bölümün en çok sevdiğim karakteri kesinlikle Liz Taylor'dı. Denis O'Hare bu sezon, Kadim Mısır zamanlarından beri yaşayan bir ruh kılığı ve trans bedeniyle AHS Hotel'de farkını ortaya koyacak diye düşünüyorum. Hatta kendisi, bahsettiğim American Horror Story ruhuna en çok uyan karakter olabilir. Dizideki yeri ilerleyen zamanlarda ne olur bilmiyorum ama oteldeki yaşamının çoğunluktan çok daha eskiye dayandığını düşünecek olursam önemli şeyleri bildiği ve dolayısıyla kilit karakterlerden biri olduğunu söyleyebilirim.^^


Diğer oyuncular hakkında diyecek pek bir şeyim yok, zaten asıl AHS kadrosunun çoğunu henüz göremedik. American Horror Story böyle daha kaç sezon gider bilmiyorum ama benim için dizi bu sezonda farklı bir yola girdi. İlk bölüm kafada soru işaretleri ile bitti, ne iyi ne kötüydü. Yanlış anlamadıysam eğer Lady Gaga vampir gibi bi' şeyi canlandırıyor. Umarım onu daha farklı bir varlıkmış gibi gösterirler ya da bu vampir durumu hiç dile getirilmez. Vampirler American Horror Story için sıradan kalıyorlar bence. Aa az kalsın bahsetmeyi unutuyordum, bu sezonda psikopat bir katil var. *.* Kimin oynadığı henüz belli değil tabisi ama Michael Chiklis olabilir. ^^ Bu arada dizide çalan şarkılara bayıldım! Özellikle Lady Gaga'nın olduğu sahnelerden birinde çalan She Wants Revenge - Tear You Apart'a. *-* Burada hem ilk bölümün önemli birkaç detayı hem de şarkı listesi var, isterseniz bakabilirsiniz. İki gün sonra 2. bölümü izleyeceğiz, bakalım pek çok korku filminin favori mekanı olan oteller American Horror Story'de nasıl duracak? :3





4 Ekim 2015 Pazar

Bir Kitap Kurdunun Hüznü: Yarım Kalan Kitaplar & Titus Groan Hakkında

9 yorum:

Bir pazar gecesinden daha herkese merhaba. Okullarla beraber hafta sonları gözümde eski değerini yeniden kazandı. Eh, ben de nasıl şanslı biriysem artık cuma gecesinden itibaren feci bir şekilde üşüterek bütün cumartesiyi yatakta geçirdim. Kitap bile okuyamayacak kadar kötü durumda olduğum için iki gün boyunca toplamda otuz saat kadar uyudum. Tüm günü yatakta geçirmek hastayken işkenceden farksız oluyormuş. -_-  Bu sebeple mevsim geçişi yaşadığımız şu dönemlerde güneş olsun olmasın dışarı çıkarken sıkı giyinmenizi şiddetle tavsiye ederim. *-* Başlığa gelecek olursam, "Bir Kitap Kurdunun Hüznü" yazı dizime yeni konu olarak yarım kalan kitapları ekleyeyim dedim. Önce biraz büyük bir hevesle başladığım Titus Groan'dan bahsetmek istiyorum. Kendileri Ukitap üzerinden iki güzel kitabımı verip sıfır olarak aldığım bir kitap oluyorlar. O derece özenmiştim yani seriye. Konusundan bahsedecek olursam kaba tabirle, devasa bir şatoda yaşayan birbirinden tuhaf karakterlerin gündelik hayatları üstüne kurulu diyebilirim. Evet, Titus Groan tam olarak böyle bir kitaptı. Tür olarak düşündüğüme kitabı herhangi bir kalıba koyamadığımı fark ediyorum, çok geniş, çok farklı bir tarza & hikayeye sahip. Okuduğum hiçbir kitaba benzemediğini söyleyebilirim. Bu kadar farklı olmasına rağmen neden yarım bıraktığıma gelirsem açık ve net bir cevabım var: Yazarın hayattan bezdirici anlatım şekli. -_-  Gerçekten en son ne zaman bu denli betimleme dolu bir kitap okudum hatırlamıyorum. O kadar rahatsız oldum ki düşündükçe başıma ağrılar giriyor. Bahçe köpeklerin öylesine dolaşmasını bile bir paragraf edecek şekilde anlatmasını ikinci dünya savaşı psikolojisine bağlıyorum, o yüzden kızamıyorum da. Ama böylesine güzel bir hikayenin gereksiz betimlemelerde boğulup gittiğini görmek beni üzdü. Beş yüz küsurat sayfalık kitabın yarısından fazlasını okumama rağmen nefret ederek bırakmış olmam ise apayrı bir durum. Eylül ayında tam gaz okumaya başlamış, gayet güzel giderken Titus geldi ve tüm düzenimi alt üst etti. Kitabı bıraktıktan sonra okuyamama sorunum yeniden ortaya çıktı, bir süre herhangi bir şeyi elime alasım gelmedi. Hala da yavaş okuyorum maalesef. -.- Absürt karakterler olsun kocaman bir şatoda yaşasınlar seve seve okurum, betimlemelere zaten bayılırım diyorsanız Titus Groan'ı inceleyebilirsiniz. Ama siz de benim gibi fazladan tasvirin zaman kaybı olduğunu düşünüyorsanız almadan önce bir kez daha düşünün derim. Sıkıldıkça sayfa atlayayım öyle öyle bitsin bari dedim ama o yöntem bile işe yaramadı, güzelim şatonun en küflü odasına hapsolmuş gibi hissedince kapağı uzunca bir süre açmamak üzere kapattım...


Böylelikle yarım kalan kitaplara bir diğerini daha eklemiş oldum. Kitap okumayı seven biri olarak elime aldığım bir kitabı yarım bırakmayı hiç ama hiç sevmiyorum. Eminim çoğu kitapsever de benim gibi düşünüyordur. Aslında bu dediğime son iki yıldır falan dikkat eder oldum. Daha öncesinde araya yoğun bir dönem girer de okuduğum kitapla cebelleşirken şansa çok beklediğim bir seri devamı kitabım çıkarsa hiç düşünmeden kitabı yarım bırakıp diğerine atlıyordum. Artık bu konularda biraz daha özenliyim diyebilirim. Yine de Titus Groan'da olduğu gibi, çok boğulduysam kitabı zirvede bırakıp rahatlatıcı alternatiflere yöneliyorum. :3 Bir kitap neden yarım bırakılır sorusunun cevabı basit zaten, sıkıcıdır, boğucudur, karakterler iğrenç ötesidir, rahatsız edici bir dile / çeviriyle sahiptir gibi gibi. Titus'un ilk elli sayfasından sonra sıkılmaya başladığımı hissetmiştim. Yüzlere geldiğimde git gide daha da bunaldığımı fark edince yarısına kadar şans tanıdım. Sanırım bu sene aldığım yeni kitap okuma kurallarımdan biri bu oldu, kitabı beğenmediysen yarısına kadar şans ver, olmuyorsa zorlama. Okunması gereken sayılamayacak kadar çok mükemmel kitap varken, beğenmediğimiz bir şeye takılıp kalmamak gerek değil mi ama =) Ayrıca bundan sonra sevdiğim yazarlar ve seri devamları dışındaki kitaplara büyük heveslerle başlamak istemiyorum. Hayal kırıklığı ne kadar düşük olursa o kadar az üzülürüm ki Titus beni çok üzdü. :( Bu arada şimdiye kadar yarım bıraktıklarımı sayacak olsam buradan Kadıköy'de yol olur, tek kitaba odaklandığıma bakmayın yani yarım bıraktığım çoook oldu. Yazıyı çok uzatmak istemiyorum, zaten saat de geç oldu. Bu konuda yalnız olmadığımı düşüyor ve sizlerden yarım bıraktığınız kitapları sebepleriyle beraber yorum atmanızı rica ediyorum. Belki de okumayı planladığım bir kitabı yarım bırakmışsınızdır, bir hüsran daha yaşamadan fikir alsam güzel olur. =P 

14 Eylül 2015 Pazartesi

Okuma Günlüğü #1

2 yorum:

Bu aralar ne olduysa sanki birden havalar soğudu, karanlık daha erken çökmeye başladı. Soğuk hava insanı olmama rağmen bünyem bu değişikliğe erken uyuma isteği ile tepki verdi. Bir hafta öncesine kadar, gece yarısı benim için akşamüstünden farksız erken bir saatken bu gece uykum geldi, geç olduğunu hissettim. Okulların açılmasına iki hafta bile kalmadı, bunu hatırladıkça çok üzülsem de bedenim sanki okula gitmeye can atarcasına erken uyuyup erken kalkmak istiyor. Zaman ne ara geçti, ne ara üniversite son sınıfa geldim anlamadım. Geçen sene okul bitse de kurtulsam derken şimdi hem derslerden hem de okul bitince ne olacağından korkuyorum. Demek ki uzaktan atıp tutmakla olmuyormuş, bunu da öğrenmiş oldum. -.- 

İki gündür ders seçimleriyle boğuşuyorum, dün bütün gecemi kitap okumaya ayırmayı planlarken kendimi bilgisayar başında, otomasyon sayfası yenilerken buldum. Bugün de aynı şekilde geçtiğinden okuduğum kitapta istediğim ilerlemeyi kaydedemem canımı sıktı. :ı Eh artık bu gece kitapla sabahlarım dedim ama bu sefer de saat daha on iki olmadan uyku bastırdı. Kitap okurken uykum geliyorsa ya çok yorgunumdur ya da elimde bol betimlemeli yavaştan okunması gereken bir kitap vardır. Şu an okuduğum Titus Groan ikinci seçeneğe uyuyor. Okuma Günlüğü yazı dizisine başlamama kitabın bu betimleme dolu dili sebep oldu diyebilirim. ^.^ Bazı kitapları bir oturuşta bitiremezsiniz, gerçi bitirmesine bitirirsiniz de keyif vermez. Gormenghast Serisi'nin ilk kitabı olan Titus Groan da bu kitaplardan biri. Kitap sizi içine çektikçe çekiyor, o kadar ki bir süre sonra o kasvetli şatonun bir parçası haline geliyorsunuz. Yaratılan mekan uçuk kaçık bir fantastik esere ait ama her şey gündelik yaşamın gerçeklik sınırları içinde. Tüm tuhaflıklar, labirentvari şato, şatoyla bütünlemiş ve kendi alanlarında yaşayan asosyal diye nitelendirebileceğimiz karakterler ve bol miktarda toz, bol miktarda karanlık. Hiçbiri doğaüstü özellik barındırmıyor ama hepsi doğaüstüymüş gibi geliyor. Bu durum okurken biraz ikilemde kalmama sebep oldu, sanırım ilerledikçe alışacağım.  Kısacası tuhaf bir kitapla karşı karşıyayım, neyse ki tuhaf şeyleri severim. :3


Titus Groan'dan önce kısa bir hikaye olan Güller ve Dikenler'i okuyordum. Kitap iki taraflı yazılmış, birinde kadının diğerinde adamın gözünden olaylar aktarılıyor. Lise zamanı aldığım incecik kitabı yıllardır neden okumamışım bilinmez ama kısmet bugüneymiş. Yazar Theodora Goss kitabını kelt efsanelerinden esinlenerek yazmış. Bu arada Güller ve Dikenler sayesinde Mythpunk adında yeni bir tür keşfettim. Anladığım kadarıyla Mythpunk, peri masallarının & mitolojik efsanelerin yeniden derlenmesiyle oluşan bir tür. Benim baya ilgimi çekti, detaylı bilgi almak isterseniz Theodora Goss'un kendi blogunda paylaştığı yazıya bakabilirsiniz. Masalımsı öyküleri seven herkese Güller ve Dikenleri tavsiye ederim. ^^



Bugün kargo bana büyü getirdi. ^.^ Jonathan Strange ve Bay Norrell kitapçıda dikkatimi çeken ama elimin satın almaya gitmediği kitaplardan biriydi. Takip ettiğim bir blogdan dizisinin çekildiğini öğrenince "kitabı okumadım bari diziyi izleyeyim." diyerek 7 bölümden oluşan ilk sezonu izledim. Jonathan ve Mr. Norrell'in öyküsü saf büyü içeriyor. Bunu bir de 19. yüzyıl İngilteresi ile harmanlayınca ortaya en sevdiğim türde harika bir yapım çıkmış. Diziden aldığım istekle kitabını da almaya karar verdim ama evde biriken onlarca okunmamış kitabım dururken yeni kitaba para harcamaya gönlüm elvermedi. Sonuç olarak ukitapta yaptığım bir takasımsı satış ile (detaylı yazısı ayrıca paylaşacağım.) çok istediğim bir kitaba kavuşmuş oldum. Bu ay okur muyum bilmiyorum ama dizinin etkisi geçmeden başlasam güzel olur. 


Okuma Günlüğü yazı dizisinin ilkini böylelikle bitirmiş oldum. Böyle bir başlık açıp bir şeyler yazmak nereden esti derseniz, tek bir kitap ya da tek bir dizi hakkında blog yazısı yazmak bazen sıkıcı geliyor. Ara ara ufak paylaşımlar yapma ihtiyacı duyuyorum ama bunu da kısa buluyorum. Bu yüzden ikisinin ortası bir yazı yazmaya karar verdim. Aynı zamanda ben de içimi dökmüş oluyorum vs. :3 Titus Groan bu ay okuduğum diğer üç kitaba kıyasla ağır geldi, kitap bitmeden hakkında bir şeyler söyleyip rahatlamak istedim. Sonra aklıma Okuma Günlüğü fikri geldi, böylelikle yeni bir yazı dızisine başlamış oldum. Biraz kitap, biraz öylesine karalama muhabbet eşittir Büyülü Ayraç'ın Okuma Günlüğü olacak. Açıklamayı uzatmadan burada bitiyor ve baş ağrım için ağrı kesici alıp uyumaya gidiyorum. Herkese iyi geceler, huzurlu uykular. 



12 Eylül 2015 Cumartesi

Lola ve Komşu Çocuk - Stephanie Perkins / Kitap Yorumu

9 yorum:

Ne zaman çok güzel bir kitabı bitirsem hakkında bir şeyler söylemekte zorlanıyorum. Şey gibi oluyor, hani çok komik bir anınız vardır da çevrenize anlatırken kimse gülmez, siz de ya işte anlatınca komik olmadı ama aslında çok komik dersiniz. (Rezil durumlar vol. 2392) Onun gibi işte. =D Yazacağım yazmasına ama beğeni düzeyimi aktarabilecek miyim bilmiyorum. Kitapla bununla ilgili geçen bir kısım var, sanırım aktarmamın tam zamanı:


''Nefret ettiğimiz şeylerden bahsetmek kolay ama bazen bir şeyi tam olarak niye sevdiğimizi açıklamak zor oluyor.'' 



O halde baştan alayım, kitabın ilk elime ulaştığı zamana dönelim. Lola ve Komşu Çocuk'la aramda oluşan bağ kargo poşetinden çıkarttığım zamana dayanıyor. :3 Şirin bez torbası, rozetler, ayraç, cilt tasarımı, içindeki yıldız desenleri... kısacası her şeyiyle tasarımını çok sevdim. Bir süre elimde evirip çevirdim, daha başka keşfedilecek yanı var mı diye kurcaladım. Sonra büyük bir hevesle okumaya başladım ki ne göreyim. Cümleler çok garip geldi. Sürekli şimdiki zaman kipi kullanılmış, bazen kısa bazen aşırı kısa. o.O İlk sayfalar biraz hayal kırıklığı oldu benim için. Çeviriden mi kaynaklı diye düşündüm, kitabın orjinal dilinde pdfini bulup biraz kurcaladım. Perkins'in cümleleri de çok hoşuma gitmedi, dediğim gibi gereksiz kısaydı bence, değişik geldi. Ama kitap ilerledikçe fark ettim ki çeviriyle alakalı bir sorun yokmuş sadece benim şimdiki zaman ekiyle biten cümlelere alışmam biraz zaman almış. Sonrası zaten aktı gitti. Hikayede, karakterlerin tatlı hallerinde kayboldum. Kitabın bu kadar hoşuma gitmesinin temelinde karakterlerin özenle detaylandırılmış olması yatıyor. Hepsi her an kapınızı çalıp karşınıza çıkabilecek kadar gerçekçi. 

Genellikle young-adult kitapların erkek karakteri ya okulun en popüler çocuğudur ya da kimseyle takılmayan gizemli biri. Lola ve Komşu Çocuk'ta ise karşımızda utangaç ve çekingen biri var. Cricket Bell gelmiş geçmiş en tatlı erkek karakterlerden biri olabilir. Uzun boylu, (baya uzun boylu) bazen ne diyeceğini bilemediği için saçmalayan ama fazlasıyla zeki olan bu çocuğu çok sevdim. Hatta sanırım uzun bir süre etrafta Cricket Bell benzeri birileri var mıdır diye bakınacağım. :D Bu arada esas oğlana daldım esas kızdan bahsetmeyi unuttum. =P Lola'yı başlarda pek sevmedim. Fakat bu tamamen bir yanlış anlamadan dolayı oldu. Kitabın başlarında karşımda moda merakı olan biri var sandım, oysa Lola modadan uzak, kendi tarzını ve kendi kostümlerini yaratmayı seven, oldukça farklı biri çıktı. Her gün ruhunu yansıtan farklı peruklar ve farklı kostümleriyle Lola Nolan okuduğum en kendine özgü kitap karakterlerinden biri. Başlarda çılgınmış gibi geliyor ama sonradan alışıyorsunuz. Hatta keşke biz de öyle olsak dedim, neden sürekli benzer şeyleri giyinip aynı saçla dolaşıyoruz ki, çok sıkıcı. -_-


Karakterler hakkındaki düşüncelerimi çok uzatmak istemiyorum, fazla konuşup zevkinizi kaçırmak istemem. Okudukça keşfetmek en güzeli bence. Bir kitapta ne ararsınız bilmiyorum ama bana göre karakter odaklı olması, oldukça önemli. Lola ve Komşu Çocuk bu isteğimi fazlasıyla karşıladı, üstüne bir de çok tatlı bir aşk hikayesi sundu önüme. Kitap için Anna and the French Kiss'in devamı deniyor ama büyük bir bağlantı yok. İlk kitabı okumadıysanız dahi Lola'yı rahatlıkla okuyabilirsiniz. Böyle güzel bir hikayeyi keşfetmemi sağladığı için Yabancı Yayınları'na teşekkür ederim. Umarım en kısa zamanda Anna and the French Kiss'i de çıkartırlar. Bu kitapta az biraz gördüğüm Anna & St. Clair ikilisini çok merak ettim. ^.^

Lola ve benzeri indirimli kitaplara buradan ulaşabilirsiniz. ^^

10 Eylül 2015 Perşembe

Eylül Ayı Okuma Planım

2 yorum:
Sonbaharın ilk ayına nihayet giriş yaptık. Bu haftanın başında "Ne güzel hava soğudu, selam sonbahar eheheh" derken ağustos sıcakları durun daha gitmedim dercesine yakamıza yapıştı. -_- Yine sıcak yine sıcak. Umarım en kısa zamanda fırtına getiren rüzgarları gelir ve uzunca bir süre gitmezler. Havalar sıcakken okuma isteğim de dahil olmak üzere tüm fonksiyonlarım yok olup uykuya dönüştüğü için yaz aylarında istediğim kadar kitap okuyamadım. Hadi haziran stajdı, bütünlemelerdi derken geçti, temmuzun ilk yarısı tatildeydim son haftası hastaydım, (bahaneler bahaneler) ağustos ayı da çok sıcaktı zar okudum. :ı Sıcakta kitap okumanın onyüzbin yöntemi diye bir kitap çıkarıp yaz başından yayınlatsaydık tutardı bence. Gündüzleri sıcaktan ve inşaat & çocuk gürültüsünden dolayı okuyamadığım için geceleri uyanık kaldım, uyku düzenimi mahvettim, sabah ezanıyla uyuyup öğleden sonra uyandım... Tüm gün evdeysem uyku düzenimin pek bir önemi olmuyordu ama dışarı çıkacağım günlerde erken kalkma konusunda gerçekten zorlandım. En azından ağustos ayı boyunca değiştirdiğim bu uyku düzenim sayesinde 5 kitap okuyabildim. Eylülde bu sayıyı iki katına çıkartmak istiyorum. Ayın üçte birini sadece bir kitap okuyarak geçirmiş olsam da kalan 20 günde 9 kitap okuyabilirim bence ya umutluyum bu konuda. 

Ağustos ayında okuduğum şekerler ^.^



Bu arada benim "okuyamama hali" dediğim duruma insanlar reading slump diyormuş. Her şeyin gavurcasını kullanmaya bayılıyoruz ne diyeyim. Eylül ayında yine okuma konusunda isteksiz olur muyum bilemiyorum ama elimde çok güzel kitaplar var ve ukitap takaslarım & satışlarım ile elime yine çok güzel kitaplar geçecek. Bu ayın ilk kitabı Asude'nin yazdığı Pabucumun Ajanı'ydı. KCBT üyesiyken 2. kitabın turunu yapmıştık, önden okuyalım diye ilk kitabı da göndermişlerdi sağ olsunlar. Okulum çok yoğun olduğu için kitabı adamakıllı okuyamamış, 2.yi anlamama yetecek şekilde taramıştım sadece. Onu ukitap aracılığı ile başka bir üyeye vereceğim için vermeden önce okuyayım dedim. Çok şeker, akıcı bir kitaptı. Ama bana kalırsa yazarın Dikkat! Aşk Çıkabilir kitabı kadar iyi değildi, yine de kafa dağıtmak ve eğlenceli bir şeyler okumak isterseniz önerebilirim. 



Eylül ayının ikinci kitabı Yabancı Yayınları'ndan çıkan Lola ve Komşu Çocuk olacak. Kitabın tasarımı  gerçekten çok güzel olmuş, yapanları buradan tebrik ediyorum. Bu yazı bitince Lola ve Komşu Çocuk'a gömülüp uzunca bir süre başından kalkmamayı planlıyorum. Hadi bakalım bu gidişle 10 kitap hedefime varacağım galiba. ^.^



Aslında önemli olanın kaç kitap okuduğumdan ziyade okuduğum kitapların nitelikleri olduğunun farkındayım. Uzun zamandır çok az kitap okuduğum için elle tutulur bir sayıya ulaşmak istiyorum sanırım. *.* Bazen oturup bu ay şu kitapları okuyacağım diye liste yapıyorum ama düzene pek alışkın olmayan biri olarak listeye uymakta zorlanıyorum. Bir de şu var, bir kitabı bitince kafamda farklı farklı düşünceler oluyor. Planladığım kitaptan ziyade o an hissettiklerime uygun bir şeyleri okumak istiyorum. O yüzden kitap sırası yapmak pek bana uygun değil. ^^ 

Eylül ayı okuma planım dedim ama konu döndü dolaştı plansızlığa kaydı. Bu ay okumak istediğim kitaplar var gerçi, onu da bir plan olarak sayabiliriz. :3 Kızıl Yükseliş, Saklı Bahçe, Kardan Kız, İyilik ve Kötülük Okulu, Bıçak Sırtı ve Titus Groan bu ay okumayı planladığım  kitapları oluşturuyorlar. Okulların açılmasına çok az kalmışken gönül rahatlığıyla kitap okuyabildiğim son günleri iyi değerlendirmek istiyorum. Sanırım küçük çaplı bir plan yapmayı başardım, boş geçirdiğim son günleri iyi değerlendirerek bol bol kitap okumak. ^.^ Son olarak, umarım eylül hepimize güzel kitaplar getirir. Bu aralar güzel şeylere gerçekten ihtiyacımız var. 

5 Eylül 2015 Cumartesi

Gotik Edebiyat Hakkında

23 yorum:


Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıya nihayet başlıyorum. Gotik edebiyat kitap okumaya bağlandığım günden beri hep en sevdiğim tür olmuştur. Aslında başlarda severek okuduğum kitapların gotik tarzda yazılmış olduğunu bilmiyordum, zamanla kitaplardaki sevdiğim ögelerin gotik edebiyata ait olduğunu anladım. Kasvetli havalar, hüzünlü karakterler, şatolar, hayaletler, etrafta uçuşan kuzgunlar&kargalar pencerenin kendiliğinden açılmasıyla içeri giren soğuğun vurgulanması gibi pek çok detay bu türün göze çarpan özelliklerini oluşturuyor. Bilinmeyenin korkusu da gotik edebiyatın temel fonlarından biri. Bu genellikle bir hayalet, gizemli bir cinayet, farklı çeşitlerde yaratıklar ya da karakterlerin iç dünyasına yapılan derin yolculuklar ile kendini gösteriyor. Bana kalırsa korku ve gotik belli bir noktaya kadar aynı yolda ilerleyen sonra kendi yönlerine ayrılan iki tür. Gotik kendine has bir estetik algısı barındırıyor. ^^ Bu arada gotik edebiyattan bahsetmeyi uzun zamandır istiyorum demiştim ama kendimde yeterli bilgi birikimi bulmadığım için cesaret edemedim. =) Kitap incelemesi yaparken bile saçma mı oldu acaba diye düşünüyorum, şimdi bir türü ele alacağım falan hadi hayırlısı. :D Yazarken kuzgunlar bana yardım eder belki eheheh. Yazımın amacı gotik edebiyatı tanıtmaktan ziyade, bu edebiyat hakkındaki düşüncelerimi okuduğum örneklerle açıklamak olacak. Olur da bunun böyle olduğunu düşünmüyorum dediğiniz bir nokta olursa düzeltme için yorum atarsanız sevinirim. 

Gotiğin edebiyata geçişinden önce nereden geldiğini biraz anlatayım. Şimdi biraz mimariden gireceğim, bu konuyu geçen kış okuldaki bir dersimde baya incelemiştim ama dersler genelde unutuluyor tabii. :D Gotik akım mimariye 12. yy'da giriyor. Yapıların olabildiğince devasa ve görkemli olması, ufak tefek heykeller, bol pencereler, renkli camlar gibi ögeler gotik akımın mimarideki yansımasını oluşturuyor. Tabii benim açıklamam kaba taslak oldu, zaten izlediğimiz film / dizilerdeki yapılara bakarak gotik olup olmadıklarını az çok anlayabiliyoruz.

resim buradan http://galleryhip.com/gothic-tumblr.html


Gotik sadece mimari ve edebiyatta söz konusu olan bir akım değil tabii, resim ve müzikte de yer alıyor, hatta gotik tarzda yapılmış hediyelik süs eşyaları bile var. :3 Bana kalırsa bu akımın ilgi görmesi korkuyu estetikleştirerek sunmasıyla alakalı. Küçükken denk geldiğim bir program sebebiyle vampirlerden çok korkuyordum, 7 - 8 yaşlarındaydım. O aralar kendi kafamda bir vampir abla yaratmıştım, işte güya vampirlerin kraliçesiymiş aynı zamanda benim ablammış da diğer vampirler bana bulaşamıyormuş falan. :D Onunla alakalı hayal kurarken hem korkardım hem de "ablam o ya bir şey olmaz" diyerek kendimi rahatlatırdım. Korkumu tamamen yok etmesem de baya azaltmıştım. İşte gotiğin de etkisi buna benzeyen bir şey. Korktuklarımızı önümüze çıkarıyor ama bu vahşetle değil hüzünle ya da güzellikle birlikte geliyor. Bol miktarda gizem barındırması da gotik edebiyatı ilgi çekici kılan şeylerden biri. Korku mu ağır basar merak mı derseniz korku derim ama korkunun izin verdiği sınıra kadar merakımızla ilerlemeye devam ederiz. Gotik eserlerde geçen olaylara bakıyorum da, korkunun merakı engelleyecek kadar ön planda olduğunu düşünmüyorum. En azından şimdiye kadar okuduklarım öyleydi. Gizem ağırlıklı olan öyküler okuyucuyu detaylarıyla ürpertiyor. Bazen ölmüş birinin hayaleti, bazense iç dünyası deliliğin dağlarında gezen bir karakterin derin düşünceleriyle sağlıyor bunu. Gotik için illa fantastik ögeler gerekmiyor tabii. Sıradan olayların anlatıldığı herhangi bir kitap da gotik edebiyata dahil edilebiliyor. Yazımın devamında okuduğum kitaplardan yola çıkarak bu türü daha detaylı bir şekilde anlatmaya çalışacağım, ardından bulduğum birkaç link ile farklı kitap örneklerini de ekleyeceğim. Bu arada şu an yazarken bu playlisti dinliyorum. Brunuhville bestelerini çok severim, gotik tarzda oluyorlar genelde. Siz de dinlemek isterseniz diye linkini bırakayım dedim. ^.^

3 Eylül 2015 Perşembe

Unforgiven - Lauren Kate / Fallen #5 Geliyor!

4 yorum:

Gördüğüm andan itibaren aman tanrım diyerek kitapla alakalı sayfaları dolaşıyorum. Geliyor gönlümüzün efendisi, Cam geliyor! :D Lauren Kate iki saat önce facebook sayfasından yeni kitap Unforgiven'ın çıkacağını duyurdu. Ayrıca kendi sitesinde kitabın İngiltere ve Amerika'daki okurları için ön satışlar şimdiden başlamış. *.* Düşüş Serisi bittikten sonra pek çok hayran gibi ben de Cam ile alakalı neredeyse hiç bilgi verilmediği için üzülmüştüm. Aşka Düşüş novellasında ucundan bahsedilmişti ama onu yeterli bulmadım. Cam gibi gizemli bir badboy dururken Daniel sümsüğünün aşkıyla alakalı seri okutttun bize tşk.ler Lauren diyerek bitirdim Vurgun'u. =D Unforgiven'ın çıkış haberini görünce nasıl mutlu oldum anlatamam sevgili okur. Bu güzel haberi paylaşmak için soluğu blogumda aldım, :3 


İngilizcemin yettiği kadarıyla kitabın tanıtım yazısını çevirmeye çalışacağım, orjinal halini okumak isteyenler Goodreads'den bakabilir. Umarım Epsilon çeviriyi çıkartmakta gecikmez, lütfen en kısa zamanda çıkarsın lütfen. *.* 

Düşüş Hayranlarının beklediği kitap; Cam'in hikayesi.

Lise cehennem olabilirdi.

Cam lanetli olmanın ne demek olduğunu biliyordu. Cehennemde hiçbir meleğin geçirmemesi gerektiği kadar çok zaman geçirmişti. Ve onun yeni cehennemi liseydi, sevmekten kendini alıkoyamadığı kız Lilith'in cezalarını çekmesi için gönderdiği yer.

Cam  Lucifer'le bir anlaşma yapmıştı: Onu gerçekten önemseyen tek kızı kendine tekrar aşık etmesi için on beş günü vardı. Başarılı olursa Lilith dünyaya geri dönebilecek, birlikte yaşayabileceklerdi. Ama kaybederse... Cehennemde Cam için özel hazırlanmış bir köşe beklemekteydi. 

Tik tok. 

Kanatlarınızı açın, kötü çocuk - kara melek Cam ıstıraplı kalbini efsanevi yeni Düşüş romanında nihayet gösteriyor, Affedilmemiş. 

1 Eylül 2015 Salı

Bu Aralar Neler İzledim? (Temmuz - Ağustos 2015)

Hiç yorum yok:
Yaz tatilinde yapılacak en iyi şeylerden biri de yeni diziler & filmler keşfetmek. 2015 yazının büyük bir kısmını evde pinekleyerek geçirdiğim için film /dizi izlemeye bol bol vaktim oldu. "Alınacaklar Dosyası" adlı yazımda izlenecek filmler klasörü açtığımdan bahsetmiştim, izleyecek film ararken vakit kaybetmemek adına oradan seçim yaptım falan. :3 Bir de başladığım bir - iki dizi oldu. Bu yazım temmuzun son haftasından şimdiye kadar izlediklerim hakkında olacak, bakalım neler izlemişim? =)

The Phantom of the Opera

Gaston Leroux'un 1909 yılında yayınlanan kitabından uyarlanan 2004 yapımı müzikal tadındaki bu film bizleri Paris'e, görkemli bir operaya ve onun gizemli olaylarına götürüyor. Aslında filmi taa ilk çıktığı zaman sinemada izleyecektim ama uygun seans bulamamıştık. İyi ki de öyle olmuş diyorum, hem hayaletin aşkını hissedemezdim hem de biraz korkardım büyük ihtimalle. :D Bir genç kızın müzik meleği ile çocukluk aşkı arasındaki gelgitleri, hayaletin hüznü, bolca gizem ve harika şarkılar barındıran filmi çok sevdim, hayalete aşık oldum. :( Gerard Butler role cuk oturmuş, bir bakış atıyor ki kızlar ekrandan çıkıp kalbinize işliyor resmen. (Fangirl modum için kusura bakmayınız.) Operadaki Hayaleti izledikten sonra Gerard Butler'ın başka filmlerine geçtim, yazımda onlardan da bahsedeceğim. Bu arada hemen ardından kitabını okudum, film kadar aşk odaklı değildi ama  hayaleti daha yakından tanıdığım için kitabını daha çok sevdim. Eğer hala izlemediyseniz önce filmini izleyip ardından kitabını okumanızı tavsiye ederim. Filmden hikayenin temelini alıp kitaba geçmek güzel olmuştu. :) 

P. S. I Love You 

Operadaki Hayalet'in ardından Gerard Butler'ın başka filmlerine geçmek istedim, ilk film hepimizin en azından televizyonda denk geldiği P. S. I Love You oldu. Daha önce birkaç kez parça parça da olsa televizyonda izlemiştim, açıkçası çok ilgimi çekmemişti. Bu sefer oturup bütün izleyeyim dedim. Duygusal bir dönemime geldiğinden midir yoksa dağ gibi adamın ölümünden mi bilmiyorum ama  hatırlama amaçlı fragmanına baktığım andan itibaren ağladım moralim altüst oldu. Böyle filmler yapmasınlar ya da duygusalken izlemeyiniz uyarısı falan düşsünler. :( Peşine romantik - komedi açmama rağmen ı ıh yani işe yaramadı. Ne diyeyim Allah kimseye böyle bir acı yaşatmasın. Muhtemelen bu yazıyı okuyan herkes filmi izlemiştir, kimileri tekrar izleyecek kadar beğenmiş de olabilir. Evet ben de beğendim ama duygusal iken izlememenizi tavsiye ederim, o_o


:'(((((((((

The Ugly Truth

P. S. I Love You şokundan sonra yine Gerard Butler ile devam ederek romantik - komedi türünde bir filme geçtim. Bu arada uzun zamandır ilk defa bir oyuncunun filmlerini peş peşe izleyesim geldi, normalde sapık gibi aynı adamı takip etmem yani. :D Neyse, kendimi açıklama çabalarımı bir kenara bırakıp filme geri döneyim. The Ugly Truth konu olarak çok ilgimi çeken bir film oldu. Biraz He's Just Not That Into You'ya benzettim, aynı durum farklı şekilde işlenmiş gibi. Gerard Butler erkeklerin kadınlarda ne aradığını acımasızca anlattığı televizyon programı ile ünlenen birini canlandırırken Katherine Heigl ise doğru adamı arayan takıntılı bir yapımcı olarak karşımıza çıkıyor. İkilinin yolu aynı televizyon kanalında birleşince Mike (Gerard) Abby'e (Katherine) istediği erkeği elde etmesi için yapması gerekenleri anlatıyor bir nevi kızı bu yönde eğitiyor falan. Filmi izlerken eğlendiğim pek çok yer oldu ama genel olarak biraz klişe geldi. Boş vaktiniz varsa izleneceklerden biri diyeyim. ^.^


Law Abiding Citizen

Yazımda geçen son Gerard Butler filmi Law Abiding Citizen olacak. Birisi tüm ailenize zarar verdiği halde hak ettiği suçu almazsa intikam için ne kadar ileriye gidebilirsiniz? sorusuyla yola çıkan film polisiye- gerilim türünde. Bu türden çok fazla film izlemesem de benzer yapımların gerisinde kalmış diyebilirim. Gizem- gerilim düşük seviyedeydi, finali sönük geldi. Gerard'cığımın hatırına izlediğim son film oldu, kapanışı eh meh yaptık yani. :3











How to Lose a Guy in 10 Days

Romantik - komedi türündeki filmleri seviyorum, kafa dağıtan eğlenceli şeyler izlemek iyi geliyor. How to Lose a Guy in 10 Days erkek karakterin herhangi bir kadını on gün içerisinde kendine aşık edebileceği iddiası ve şans ki bulduğu kızın 10 gün içerisinde bir erkeğin kendini terk etmesini sağlaması gerekmesi üstüne kurulu bir film. Oyuncuları çok iyi, konu güzel, diyaloglar eğlenceli vs. ^.^ Benim gibi boş zamandan çok neyim var diyorsanız kafa dağıtmak için izleyebilirsiniz.












Sense8
Yazımdaki tek dizi sanırım Sense8 olacak. Aslında Sense8 için ayrı bir yazı yazarım diye düşünüyordum ama hazır izlediklerim başlığı açmışken aradan çıkartayım dedim. :P Tür olarak bilim - kurgu odaklı olan dizi 12 bölümle ilk sezonunu tamamladı. Konuya gelecek olursam, farklı ülkelerden 8 kişi var, bunlar bir şekilde birbirlerinin yerine geçebiliyor, aynı anda aynı yerde olabiliyorlar. (İkisi Amerika'nın farklı eyaletlerindendi.) Bunu yapabilen başka insanlar da mevcut ama herkes kendi kümesi içinde hareket edebiliyor. İşte bu durumun çevresinde gelişen olaylar, karakterlerin yaşadıkları vs. dizinin ilk sezonunu oluşturuyor. Konuyu üstünkörü anlattım ama izleyip görmek daha iyi olur. İzlerken başlarda n'oluyoruz neden herkes ingilizce konuşuyor nedir ki bu falan olmuştum, ilerledikçe hani aksiyon nerede moduna girdim ardından karakterlere bağlandım ve sonuç olarak beğenerek bitirdim. ^.^ Değişik, izlemesi keyifli bir dizi. Bölümler genel olarak karakterlerin hayatına odaklı, 8 kişi ve 8 farklı hayat detaylıca anlatılmış. Sense8'e başlarken karakterden ziyade olay odaklı bir dizi beklediğim için ilk üç - dört bölümü biraz sıkılarak izledim. Ama daha sonra hem aksiyon sahnelerinin artması hem de tanıtılan karakterlere alışmam ile diziye bağladım, sevdim baya. Yapım şirketi dizinin tek sezon olmasını düşünüyormuş  sonradan devam ettirmeye karar vermişler. Umarım yeni sezonu çok beklemeyiz, bilim - kurgunun drama ile karıştığı şeyleri seviyorsanız Sense8'e bir göz atın derim.

Temmuz sonu - Ağustos 15'i arası izlediklerim bunlardan oluşuyordu. Tabii devam ettiğim başka diziler de var, onları ayrı başlıklarda tek tek inceleyeceğim sanırım. Bu arada normalde bu yazıyı ağustos bitmeden yayınlamış olacaktım ama bir hafta önce ağır bir gribe yakalandım, kitap okuyasım bile gelmedi. Havalara dikkat etmek gerekiyor, gündüzleri sıcak olsa da gece rüzgarı tehlikeli, nasıl olduğunu anlamadan soğuk algınlığına yakalanıyorsunuz. o.o 

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Buzkentin En Soğuk Kızı - Holly Black / Kitap Yorumu

10 yorum:


Merhabalar, bugünkü yazım Artemis Yayınları'ndan çıkan Buzkentin En Soğuk Kızı hakkında olacak. Kitabı okumayı çevrildiği andan beri istiyordum ama Türkçe'si çıktığında çok yoğun bir dönemdeydim, alamadım falan. Geç olsun da güç olmasın diyelim, en azından boş vaktimde rahat rahat okumuş oldum. :3 Öncelikle şunu  söylemeliyim ki Holly Black'in vampirlerini çok sevdim.  *.* Konuyu bilmeyenler için kısa bir özet geçeyim: Buzkentin En Soğuk Kızı vampirleri anlatıyor. Vampirlerin açığa çıktığı bir dünyada insan ölümlerini olabilecek en az düzeye indirmek amacıyla kuruşmuş Buzkentler var. Bir nevi vampir hapisaneleri olan bu yaşam alanlarına vampir olmak umuduyla gelen insanlar da girebiliyor. Ama şöyle ki, girmek ne kadar kolaysa çıkmak da o derece zor. Zaten buzkentlere giden insanların çoğu vampirlerin yemeği oluyor, dönüşmek istiyorsanız şansınız yaver gitmeli, insan sayısı yeterince azken vampirlerin  yenidoğanlara ihtiyaçları yok yani. 


Kitabın geçtiği zamandaki insanların yerine kendinizi koyun, vampirler gerçek, ölümsüzlük gerçek. İnsanlar geceleri güvenli olmayan sokaklarında yaşayıp rutin işlerine devam ederken başka bir yerde sizden her açıdan üstün büyüleyici yaratıklar var. Bu da özellikle ergenlik çağındaki kesimin hayattan soğumasına, ölümsüz olabilmek için buzkentlere gitmesine neden oluyor. İnsanlar vampirlerin nereden geldikleri konusunda hala bilgisiz, bunun bir çeşit virüs mü yoksa bedeni ele geçiren karanlık güçler mi olduğu bilinmiyor. Çoğu insan için onlar buzkent balolarında izledikleri görkemli yaratıklar. Sonsuz gençlikleri ile yaşayıp eğleniyorlar, en azından televizyonlar ve internet yayınları onları böyle gösteriyor.

Holly Black'in vampirlerini çok sevdim demiştim, buradaki vampirler diğer kitaplarda okuduklarıma kıyasla daha hüzünlü varlıklardı. Okurken duygularındaki gel-gitleri hissedebiliyordunuz. Vampirlerin psikolojik durumlarını bu kadar detaylı aktaran başka bir kitap okumadım sanırım. Belki Dracula'yı yarıda bırakmasaydım durum böyle olmayabilirdi tabii bilemedim şu an. =D Holly Black'in yarattığı vampirler ara ara kötüleşen bir rüyada gibilerdi, sıradan şeylerle ilgilenirken bir an delirebiliyorlardı. İlk defa bir kitapta vampirlere bu kadar takıldım, gerçekten ilginçti ve okuyucuyu ölüm - sonsuz yaşam ikilisini düşünmeye itiyordu.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Alınacaklar Dosyası

15 yorum:
Herkese merhaba! ^.^ Haziran ayının sonunda almak istediğim kitapları unutmakla alakalı bir yazı yazmıştım, hatırlamak isterseniz buradan bakabilirsiniz. Bu gerçekten canımı sıkan bir durumdu. Unutkan yanımı hiç sevmezken  üstüne bir de almak istediğim o şirin kitapları unutuyor olmam... :( Neyse detayları yazımdan bulabilirsiniz, çözümünü de buradan. :3 Çok sevdiğim bloggerlardan biri olan  Kütüphanemden Kitap Manzaraları'nın önerisi ile kendime bir "Alınacaklar" klasörü açtım. Sonra içine yayınevlerine ayırdığım klasörler ekledim ve aklıma gelen kitapları yerleştirdim. (Yazar bu kısmı anlatırken çok mutlu. =') ) Artık kitap alacağım zaman kararsız kalmama & çok düşünmeme gerek yok. Ayrıca almak istediğim kitaplar gördükçe klasöre ekliyorum, böyle böyle Tüyap'a kadar baya kitap birikecek sanırım heheheh.




Resimde gördüğünüz şekilde ayrı ayrı klasörler açtım. Şimdilik aklıma gelenler bunlardı, farklı kitaplar ve farklı yayınevleri ekledikçe klasör sayısı artar tabii. Böyle düzenli bir sisteme geçmek gerçekten çok iyi oldu. Almak istediğim bir kitap olunca tek yapmam gereken resmini sürüklemek olacak.













Dosya içlerine kitap - yazar ismi olan kapak resimlerini koydum, almak istediğim serileri direkt seri olarak ya da ilk kitabıyla kaydettim. Bundan sonra hangi kitabı alsam diye düşünmeyeceğim, o konuda içi rahat. Aynısını izlemek istediğim filmler için de yaptım, bazen izleyecek bir şey ararken neredeyse film  uzunluğunda zaman harcadığım oluyordu o sorunu da ortadan kaldırmış oldum. Bu şahane fikir için Kütüphaneden Kitap Manzaraları'na çok  teşekkürler. ^_^

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Eksik Parça - Michelle Hodkin / Kitap Yorumu

2 yorum:

Bir gün uyandığında son birkaç gününü hatırlayamadığını düşün... Mucizevi bir şekilde kurtulduğun kazada tüm arkadaşlarını kaybettiğini, Ailenin yeni bir sayfa açmak için taşınmak zorunda kaldığını, Kendi geçmişinle ilgili senden daha fazlasını bilen bir çocukla tanıştığını, Tüm yaşadıklarından sonra yeniden âşık olabildiğini, Gerçek olması imkânsız halüsinasyonlar gördüğünü, Aklını kaçırdığından endişelenmeye başladığını düşün. Ne yapardın? Mara Dyer işte bu sorunun cevabını öğrenmek üzere…

2015'in en kafa karıştırıcı kitabını yorumlamak üzere karşınızdayım. Eksik Parça'yı okumaya başladığım andan itibaren gizem - gerilim  dolu satırların etkisi beni sardı sarmaladı arkadaşlar ayıptır söylemesi biraz da beynim sulandı. :D Uzun zamandır saatlerce bir kitabın başında durmamıştım onun da etkisi var tabii. Bu kitabın yorumunu yapmadan önce bir iki bilgiyi tazelemeliyim sanırım, yoksa ortaya kopuk bir şeyler çıkacak.

Ana karakterimiz Mara, lise öğrencisi, 17 yaşında, iyi bir aileye sahip fakat yaşadığı travmanın ardından psikolojisi ağır derecede bozulmuş biri. Okurken bunu ciddi ciddi hissediyorsunuz, özellikle  de Mara'nın zaman kavramını kaybettiği sayfalarda. *.* Kitabın giriş kısmı okuyucuya bol miktarda soru işareti veriyor. Başlarda sanki kopuk sahnelerden oluşan bir film izliyor gibiyiz. Aslında Eksik Parça'nın sadece psikolojik- gerilim , gizem  kısmına bakacak olursak tüm kitap için kopuk bir film diyebilirim. Mara'nın zihni bulanık bir su gibi ve onunla beraber okuyucu da önünü göremeden yüzüyor. 


Kitap ilerledikçe yazar bu kafa karışıklığını dengelemek adına önümüze  klişe olaylar, bilindik karakterler koyuyor. Bu kitabın biraz sıradanlaşmasına neden olmuş gibi. Ama gizem perdesi devam ettiği için bunu görmezden gelebiliyorsunuz. Zaten daha sonra başta bilindik gelen karakterler kendilerine has özellikleriyle öne çıkıp kitaptaki gizemin bir parçası oluyor.

7 Ağustos 2015 Cuma

Yaz Tatilinde Okuyabileceğiniz 10 Kitap

12 yorum:

Yaz tatilinde deniz kum güneş üçlüsünden uzaktaysanız ve evinizde sıkılarak oturuyor, internette vakit öldürüyorsanız daha eğlenceli ve daha faydalı bir aktiviteye geçebilirsiniz, yani kitap okumaya. ^.^ Son zamanlarda evde çok sıkılıyorum ve bilgisayar başında vakit geçirdikçe gereksiz yere zaman öldürdüğümü fark ettim. Eminim benimle aynı durumda olan bir sürü kişi vardır. Yazın bu boş vaktinizin çoğunu kitap okumaya ayırabileceğinizi düşünerek 10 kitaptan oluşan bir okuma listesi hazırladım. Bu kitapların hepsi beğenerek okuduğum, rahatlıkla tavsiye edebileceklerimden oluşuyor. Ayrıca seçtiklerim yaz sıcağında okunması kolay olan, akıcı kitaplar. İçlerinde okuduklarınız varsa ya da tüm listeyi okuduysanız yorum olarak yeni kitaplar önerirseniz  sevinirim. Ve işte 10'dan geriye sayarak yaz okuması kitap listem geliyor. :3 

10. Koralin ve Gizli Dünya - Neil Gaiman

Koralin Neil Gaiman kaleminden çıkan kısacık bir fantastik öykü. Kapıların ardında, dolapların ya da devasa ağaçların içinde farklı dünyalar olduğuna inanarak büyüdüyseniz bu hafif ürpertici hikayeyi çok seveceksiniz. Ayrıca kitabın filmi de yapılmış, okuduktan sonra onu da izleyebilirsiniz.


9.  Silber - Kerstin Gier

Silber yeni bitirdiğim ve listeye koyacak kadar sevdiğim bir kitap. Rüyalarda kaybolmak isteyen herkesin beğeneceğini düşünüyorum. Ayrıca yazarın anlatımı ve yarattığı karakterler çok iyiydi. Pegasus Yayınları'nın bu yaz çıkarttığı en iyi kitap olduğunu düşündüğüm bu şirin kitabı her fantastik sever okumalı derim. ^.^


8. Dikkat! Aşk Çıkabilir - Asude

Dikkat Aşk Çıkabilir  bu listenin en eğlenceli kitabı sanırım. :3 İlkim ve Martin'in zoraki evliliklerinden doğan aşklarını romantik komedi tadında anlatan harika bir kitap. Yalnız kamusal alanlarda okumamanızı tavsiye ederim, kahkaha atmamak için kendinizi zorluyorsunuz ve sonu rezil olmakla bitebiliyor. :D 


7. Bülbülü Öldürmek - Harper Lee

Amerika'da geçen kitap, afro - amerikalıl bir adamın beyaz bir kadına tecavüz ettiği iddiasıyla açılan davayı ve çevresinde gelişen olayları konu alıyor. Kitabın konusu ağır olsa da bu hikayeyi çocukların gözünden okuduğumuz için ortaya rahat okunan, merak uyandırıcı  bir kitap çıkmış. Bazı kitaplar vardır, dünya edebiyatına kök salmıştır ve mutlaka okuyun denir. Bülbülü Öldürmek de onlardan biri. Harper Lee'nin yıllar sonra yazdığı  yeni kitabının Türkçe çevrisinin  çıkmasına bir iki ay kalmışken ilk kitabını bu yaz okuyun derim.  


6. Bataklıkta Gece Yarısı - Nora Roberts

Nora Roberts denildiğinde aklıma mükemmel ötesi erkek karakteri ve alt tonlarında fantastik olan gizemli aşk romanları geliyor. Bataklıkta Gece Yarısı devasa evleri, hayaletleri ve sisli geceleri sevenlerin beğenerek okuyacağı bir aşk romanı. Daha önce Nora okumadıysanız ilk kitap olarak güzel bir başlangıç olacaktır, okuduysanız ve yazarın kalemini sevdiyseniz zaten Bataklıkta Gece Yarısı'nı da beğeneceksinizdir. Gece okumaları için ideal. 


5. Kemikler Şehri - Cassandra Clare (Ölümcül Oyuncaklar #1)

Cassandra'nın birbirinden farklı fantastik yaratıklarla dolu serisini henüz okumadıysanız bu yaz başlayabilirsiniz. 6 kitaptan oluşan seri genel olarak, yarı melek yarı insan olan Gölge avcılarının dünyamızı kötülüklerden korumasını ele alıyor. Cass'in anlatım tarzı ve yarattığı her karaktere tek tek özenerek kitapta yer vermesi bu serinin en sevdiğim yanlarından sadece ikisi. *.* Spoiler almadan okumaya başlayın derim çünkü seri boyunca gerçekleşen kilit olaylar var ve bir sürü kişi yanlışlıkla bu bilgileri öğrendiği için seriyi okumaktan vazgeçti. :D Kemikler Şehri'nin filmi çıktı, ayrıca yapım aşamasında olan bir dizisi de var. Kitabından sonra filme göz atabilirsiniz şahsen ben beğenmiştim. 


4. Açlık Oyunları - Suzanne Collins
 Dünya çapında fenomen olan distopik seriyi mutlaka duymuşsunuzdur. Büyük ihtimalle çoğunuz okumuştur diye düşünüyorum ama okumayanlar varsa diye onu da listeye ekledim. Açlık Oyunları karnınızda gergin bir hisle okuyacağınız, temposu yüksek şahane bir kitap. Serinin devamları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim ama zevk meselesi, okuyun siz karar verin. 


3. Yerdeniz Büyücüsü - Ursula K. Le Guin

"Sanırım Yerdeniz Büyücüsü'nün en çocuksu yanı konusu: Büyümek. Büyümek, benim yıllarımı alan 

bir süreç oldu; bu süreci otuz bir yaşımda tamamladım -ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok

 önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek." -Ursula K. Le Guin

Listedeki en özel kitaplardan biri Yerdeniz Büyücüsü. Yazar okuyucusunu, uykuyla uyanıklık arasında bir yerlerde var olan Yerdeniz Diyarı'na davet ediyor. Büyünün her tonunu hissettiren kitap başta üçleme olarak tasarlanan bir serinin ilk kitabı, sonradan bu üçlemeye üç kitap daha ekleniyor.   Çevik Atmaca'nın öyküsünü anlatan kitabı henüz büyümediğini düşünen herkes okumalı. (Hangimiz gerçek anlamda büyüdük ki?) 



2. Bütünün Bir Parçası - Steve Toltz

Bütünün Bir Parçası'nı okuyalı o kadar çok oldu ki açıkçası konusunu tam anlamıyla hatırlamak için internette biraz bakınmam gerekti. Kitabı Alkım'da gezerken hakkında hiçbir şey bilmeyerek almıştım. Hüzünlü yaşamları esprili bir dille ele alan içinde her şeyi barındıran süper ötesi bir yapıtla karşılaşacağımı, 710 sayfanın farkına varmadan akıp gideceğini bilsem çıktığı an gider alırdım. *-* Okuyun ve okutun diyorum.  İlk cümlesiyle okuyucuyu etkisi altına alan nadir kitaplardan biridir, öykü içinde öykü, birbirine girmiş yaşamlar ve bunların hepsi Bütünün Bir Parçası.


1. Harry Potter ve Felsefe Taşı - J. K. Rowling

Ve listenin 1 numaralı kitabına geldik. ^.^ Fantastik denildiğinde akla gelen ilk kitaplardan biri, çoğumuzun birlikte büyüdüğü Harry Potter... Önce filmlerini izleyip sonra kitaplarına geçen birisi olarak, kitapları filmi izleyen - izlemeyen herkese şiddetle tavsiye ederim. Keşke hafızamı silebilsem ve seriyi en baştan tekrar okusam. :( Felsefe Taşı birkaç saatte bitirebileceğiniz bir kitap. İlk kitapta karakterlerin en minik halini görüyoruz, hepsi o kadar şekerler ki. Snape kızdığında ağlıyorlar falan. :D Her neyse, eğer siz de benim gibi filmlerini izlemiş ama kitaplarına başlamamışsanız Harry Potter kitapları bu yaz tüm sıkıntınızı alabilir. Yalnız seri bittikten sonra aynı güzellikte kitap bulamayacağınız için çok üzüleceksiniz şimdiden söyleyeyim. Bu üzüntüyü gidermek adına seri bitmeden Pottermore'a üye olmanızı öneririm. :3 


Yaz tatili için önerdiğim 10 kitap böyleydi. Bu arada bazılarının yorumları blogumda mevcut. Onları incelemek isterseniz diye aşağıya linklerini bırakıyorum. Sizin de bana önermek istediğiniz kitaplar varsa lütfen yorum atmayı unutmayın, herkese iyi tatiller!


Silber Kitap incelememe buradan, Dikkat Aşk Çıkabilir'e buradan, Bülbülü Öldürmek kitap yorumuma buradan ve Pottermore Nedir? yazıma buradan ulaşabilirsiniz. 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...